Bu sorunun cevabını işte bu kitapta buldum: Fatih Üniversitesi Öğretim Görevlisi Pedagog Adem Güneş, "Çocuklarda Mahremiyet Eğitimi - Labirent", Salis Kitaplar, 3. Baskı. (http://www.ademgunes.com/?p=191)
Çok ayrıntıya girmeden, yeterli bilgi vererek yazılmış bir kitap. Akademik değil ama akıcı bir dili var.
Bu kitabı okumak beni rahatlattı, çünkü bugüne kadar kızıma karşı olan hareketlerimin doğru olduğunu gördüm. Ve kitap aynı zamanda da beni teşvik etti; bugüne kadar kızıma nasıl davrandıysam, bundan sonra da öyle davranmaya devam edeceğim.
Kötülüklerden kaçış yok ama en azından kızımı, kendisini koruyabilecek şekilde eğitiyorum. Ayrıca bir anne olarak olası bütün kötü ihtimalleri hesaplayıp, ona göre önlem alıyorum. Bundan ötesi artık benim ve kızımın kaderine kalıyor. Umarım kaderimizde güzellikler yazılıdır.
Şimdi bu kadar kötü haber arasında beni, kızıma doğru davrandığımı gördüğüm için, sevindiren bu kitaptan alıntılar yapacağım. Alıntılardan sonra kendi kişisel deneyimimi yazacağım. Ama şunu söylemek isterim ki benim parça parça yaptığım alıntılar kitabın tamamını okumayanlar için çok da anlamlı olmayabilir. Her annenin, öğretmenin ya da çocuk tacizine karşı duyarlı kişinin bu kitabı okumasını tekrar tekrar tavsiye ediyorum:
Adem Güneş, mahremiyet eğitimi verilerek çocukların tacizlerden korunabileceğini, mahremiyet eğitimi almamış çocukların ise kendilerine yönelebilecek tehlikelerden habersiz olarak kendilerini korumaktan aciz kalacaklarını söylüyor (s. 12-13).
Çocuğu tacizden koruyacağım diye nasihat edilmesinin "Aman, oğlum/kızım, dışarıda kötü adamlara dikkat et, seni alır kaçırırlar..." türü korku dolu nasihatlerin çocuğun ruhunda derin yaralar açılmasına neden olabileceğini ve çocuğun sosyal çevreden korkarak, içe kapanmasına neden olabileceğini belirtiyor (s. 13 ve s.31).
Yazarın söylediğine göre 7 yaşından önce çocukları tacize karşı "bilinç"lendirmek mümkün değil ama çocuğun cinselliğin ne olduğunu anlamadığı dönemde normal ve anormal davranışları ayırt edebilmesini ve tacize "bilinçsiz" olarak tepki vermesini sağlamak mümkün. Bunun adına "temel davranış refleksi" yani "haya duygusu" diyor (s. 12-13).
Temel davranış refleksi gelişmiş bir çocuk kendisine yönelecek bir tehlikeden -tehlike olduğunu fark etmese bile- ani bir refleks ile kendisini koruyabilir. Çocuk, kendisine yönelen anormal davranışın ne anlama geldiğini bilmese dahi ciddi rahatsızlık duyar ve o an o ortamdan uzaklaşmak ister. (s. 14)
Yazar, temel davranış refleksi denilen refleksin kişideki gelişimini şöyle izah ediyor:
İnsanın doğuşunda var olan reflekslerin varlığı gibi, sonradan kazanılan refleksler de vardır. Örneğin güneşli bir günde, yeşil bir parkta oturup güneşlenen birisi, parmaklarında hissettiği kıpırdanmanın sebebinin ne olduğunu anlamak için dönüp baktığında, elinin üzerinde bir örümceğin yürüdüğünü görse, ani bir refleks ile elini hızlıca sallamaya ve örümcekten kurtulmaya çalışır.
Örümcekten kurtulmaya çalışan bu kişinin refleksi doğuştan elde edilmiş bir refleks değildir. Doğuştan elde edilen refleksler, her insanda aynı sonuçları doğurur; sonradan kazanılan refleksler her insanda farklılık oluşturur. Örümceklerle yaşamaya alışmış birisinin kendi elinin üzerinde örümceği görmesi ile, örümceklerle içli dışlı olmamış birisinin örümceği vücudunda hissetmesi aynı tepkiye sebep olmaz. (s. 21)
Yazara göre temel davranış refleksi kazandırmanın yolları şunlar:
1. "Bedenim bana aittir" bilinci (s.35 vd.)
2. "İzin verirsem dokunabilirsin" bilinci (s. 39 vd)
3."Dokunulması yasak olan yerlerim" refleksi (s. 40 vd.)
4. "Fiziksel baskıya direnme" refleksi (s. 43 vd.)
5. "Vücudum görünmemeli" hissi (s. 48)
6. "Banyoda çıplak olunmaması" hissi
7. "Tuvalette benden başkası olmamalı" bilinci (s. 54)
8. "Soyunma ve giyinmede yalnızlık" ilkesi (s. 55)
9. "İzin verirsem, kabul edilirsin" ilkesi (s. 58 vd)
10. "Kim kimdir bilinci ve "Biz" bilinci genişletme (s. 60 vd)
7 yaşından sonraysa çocukların tacize bilinçli olarak karşı koyabilmeleri için çocuklarda tacize karşı "sosyal davranış becerisi" kazandırılmalıdır diyor yazar. Sosyal davranış becerilerinin kazandırılması için de şunları tavsiye ediyor:
1. "Öfke" tacizi önler / Öfkeyi, vicdan kontrol eder.(s.68 vd)
2. Çocuk "Hayır" diyebilmeyi öğrenmelidir. (s. 86 vd)
Şimdi yukarıdaki kalemleri tek tek inceleyelim:
1. "Bedenim bana aittir" bilinci (s.35 vd.)
Özetle; yeni doğan bebek kendisini yetişkinlerin kollarında rahat hisseder ama zaman ilerledikçe kendi bedeninin ve çevresindeki yetişkinlerden ayrı bir birey olduğunun farkına varır (s. 35). Anne babanın da bu süreci desteklemesi gerekmektedir. Bunun için anne babanın çocuğun vücuduyla ilgili yaptığı her tasarrufta çocuğun onurunu kırmamaya ve ondan izin almaya dikkat etmesi gerekmektedir. Çocuk ilk zamanlar kendisinden izin alınmasının anlamını kavrayamasa da zaman içinde izin alınmadan bedenine yapılan müdahaleleri hissedip, bu durumlardan rahatsız olur hale gelecektir.
Yazar bu durumlara örnek olarak altına kaçıran çocuğun pantolonunun öfkeli ve sert şekilde çıkarılması yerine "istersen pantolonunu değiştirelim" gibi bir ifade kullanılmasını ya da terleyen çocuğun atletinin aniden çıkarılmasındansa aynı şekilde izin alınarak çıkarılmasını göstermektedir.
Bu konuda ben kızıma karşı çok hassas davranıyorum. O istemediği sürece hiçbir zaman soymuyorum ya da giydirmiyorum. Bir ara soyunurken tepki vermeye başladı. Sakin sakin yaklaşınca anladım ki kıyafetinden başı çıkarken korkuyor, nefessiz ve karanlıkta kalıyormuş gibi oluyor. Ben de ona ne yaptığımı anlata anlata, önce kıyafetinin kollarını çıkartıp sonra kıyafetin yakasını genişleterek yüzünü açıkta bırakacak şekilde kafasından çıkarmaya başladım. Kızımın onurunu zedeleyip ona öfkelenerek kıyafetlerini çıkartmaya çalışsaydım şu anda aramızda ciddi bir sorun olacaktı bu husus. Ayrıca bu kitabı okuduktan sonra fark ettim ki eğer böyle yapsaydım kızım kendini önemsiz hissedecekti ve başkalarının da hoyratça kıyafetlerini çıkartmasına korkusundan karşı duramayacaktı belki de... Aynı şekilde bazen kızım altında bezi yokken çişi geldiğini belli ediyor. "Tuvalete gidelim mi?" diye soruyorum. Oyuna devam etmek istediği için "I-ıh" diye itiraz ediyor. Ben de altını ıslatacağını bildiğim halde ısrar etmiyor "Peki, kızım" diyorum. Kitabı okuduktan sonra çok doğru davrandığımı fark ettim. Fazladan çamaşır ve ütü çıkar ama kızım kendi istemediği sürece zorla hiçbir yere götürülmeyeceğini ve kendi isteklerinin önemli olduğunu öğrenmeli.
2. "İzin verirsem bana dokunabilirsin" bilinci (s. 39 vd)
Burada da kendi bedeninin farkına varmış olan çocuğun, kendi bedeni üzerinde söz hakkının olduğunu bilmesi amaçlanmaktadır. Yazarın deyimiyle çocuklara karşı "hoyratça" davranılmamalıdır. Yazarın beni çok etkileyen bir cümlesini buraya olduğu gibi almak istiyorum: "Her ne kadar çocuklar kendilerinin çocukları da olsa, çocukların ayrı bir dünya geliştirdiği ve ayrı bir yaşam sürecine hazırlandıkları asla unutulmamalıdır."
Bu bilincin oluşması için yazarın tavsiyesi 4 yaşından itibaren çocuğun (bazen) kendisinden izin alınarak öpülmesidir. Yazar bunun nedenini şöyle açıklıyor: "Çocuğun güçsüz bedeninin, herkes tarafından izinsiz kullanılmasının, çocukların kendi bedenlerini koruma refleksini kıracağı unutulmamalıdır."
Ben bu hususa kızım doğduğundan beri dikkat ediyorum. Huzursuz olduğunu hissettiğim anda kimsenin öpmesine, mıncıklamasına, orasına burasına dokunmasına izin vermiyorum. Bazen babası bile oyun esnasında kızını fazlaca sıkıştırdığını fark etmiyor, hemen uyarıyorum. Rahmetli anneannemin güzel bir lafı vardı: "Acızlandırma çocuğu" derdi. Sıkça kullanıyorum bu lafı. Şimdi kızım 18 aylık. Asla ve asla kendisi izin vermeden kimseye öptürtmüyor kendini. Karşısındakini itiyor ve "aaaaaaaa" diye bağırıyor. Bu durum benim çok hoşuma gidiyor ve etrafımdakiler de bir anlam veremiyorlar. Anlam veremeyen herkese bu kitabın, bu bölümünü okutacağım.
4 yaşından itibaren çocukların belli bölgelerine dokunulması çocuklarda ani tepkiye neden olmalıdır diyor yazar. Bunu sağlamak için de 4 yaşından itibaren çocukların genital bölgelerine olan harici temasın olabildiğince azaltılmasını öneriyor. Bu konuda herkesin elbirliği ile hareket etmesi gerektiğini, akraba ve tanıdıklar tarafından çocuğun cinsel organlarına dokunularak, öpülerek, vurularak sevilmesine müsaade edilmemesi gerektiğini de vurguluyor.
Şahsen tuvalet alışkanlığının erken dönemde kazandırılmasının bu yönde de bir faydası olduğunu düşünüyorum. Kızım doğduğu andan itibaren altını benden ve babasından başka kimsenin değiştirmesine izin vermedim. 12. aydan itibaren kakasını tuvalete yapmaya başladı. Bu durumda da poposunu ben, babası, bakıcı ablası, anneannesi, yengesi ve amca kızı dışında kimsenin yıkamasına veya silmesine izin vermedim. İşin garibi, kızım da izin vermiyor. Daha bebekken bile altını kimsenin değiştirmesine izin vermez, tepkisini ağlayıp kıvranarak gösterirdi. Şimdi ise açıkça tercihini belli ediyor. Ben veya babası yanındaysak başkasının tuvalete götürmesini istemiyor. Hele hele yabancı biri olduğunda kesinlikle utanıyor, tuvaletini yapmaktan bile vazgeçebiliyor. Daha 18 aylık... Sanırım doğru yoldayım...
Kızımın dokunulması yasak olan bölgelerine temizlemek kaygısıyla zorla dokunmuyorum. Banyoda bile sadece su tutarak temizliyorum yada köpüklü su yaparak çocuk küvetinin içine oturtuyorum. Süngerle ya da lifle bile olsa o bölgelerine temas etmedim, etmiyorum. Gerekirse banyo sonrası kremleme yaparken ıslak mendil ile olabildiğince az temas ederek gerekli temizliği yapıyorum.
Ama cinsel organının ellenmemesi gereken, ayıp ya da pis bir bölge olduğunu da düşünmesini istemem elbette. Bu nedenle yaklaşımım hiçbir zaman ona hissettirecek şekilde olmadı. Kızımda vajinal yapışıklık olduğu için çok uzun bir süre hemen her hafta yapışıklığa müdahale etmemiz gerekti. O nedenle vajinanın da tıpkı eli kolu gibi gerektiğinde ve izin verdiğinde ellenebilen, izin vermediğinde ve rahatsız olduğunda ise asla ellenilmeyecek, tıpkı vücudunun diğer organları gibi bir organ olduğunu biliyor artık.
Biz fark etmeden bu maddeye uygun oyunlar oynamışız: Örneğin kızım daha yürüyemezken babasıyla salıncakta bir oyun oynuyorlardı; babası salıncağın hizasında yere çömelip salıncağı itiyor, salıncak geri gelince kendine hafifçe çarpmasını sağlıyor, sonra da abartılı bir tepki ile geriye doğru düşme numarası yapıyordu. Kızım bu oyuna kıkır kıkır gülerdi, gerçi hala gülüyor. Çok doğru bir oyunmuş. Aynı şekilde şimdi de babası halının üzerine oturup "Hadi, beni it" diyor. Kızım da babasını omuzundan itiyor. Babası geriye doğru düşüp, halıya boylu boyunca uzanıyor. Sonra da "Beni kaldırır mısın kızım?" diye elini uzatıyor. Kızımın minicik eli ile babasının elini tutup kaldırışını ve bunu yaparken suratındaki böbürlenme ifadesini görmelisiniz. Faydalı bir oyun daha... Veee son olarak kızımla yakalamaç oynuyoruz ama asla yakalamıyoruz :) Kızım kaçıyor, kaçıyor, sonunda evin bir köşesinde sıkışıyor. Onun geçebileceği bir alan bırakıp ona dokunamayacağımız uzaklıkta yere çömeliyoruz. Yorulmuşsa kıkırdayarak kollarımıza atılıyor, yok oyuna devam etmek istiyorsa ona bıraktığımız boşluktan kendince sıvışarak koşmaya devam ediyor. Bu da çocuğa, dilerse kendinden büyük birinden kaçabileceğini öğretmek açısından güzel bir oyun. Kızımla asla kendisini güçsüz hissettirecek oyunlar oynamıyoruz, zaten çocuk kendi yaşantısına egemen olamayacak kadar güçsüz olduğunun farkında, tam tersine onu bizden güçlü gösteren oyunlar oynuyoruz.
Son olarak bir de şu noktaya değinmek isterim: Kızımı asla ve asla yemek yemesi için zorlamadım, ağzına kaşık tıkmadım. Hiçbir şey yemek istemediği zamanlar oldu, kuru yemiş, domates veya mandalina yedirip yatırdım ama asla ve asla onun kendisini karşımda güçsüz hissedebileceği şekilde ağzına yemek sokmaya çalışmadım. Tam aksine o istemediği zaman benim ona zorla hiçbir şey yaptıramayacağım duygusunu sindirmesi için uğraştım ve son derece de başarılı olduğumu sanıyorum. Bu arada kızımın hiçbir yeme sorunu olmadı ama zorlanan çocukların yeme sorunlarının hiçbir zaman bitmediğini de annelerinden duyuyorum.
Bu noktada "vücut" tanımını iyi yapmak gerektiğini düşünüyorum ben. Zira aklımda hep bir kare var: 1999 depreminde göçük altından bir kadın çıkarıyorlar. Kadın bir itfaiyecinin kucağında ve yarı baygın. Kameralar o sırada kadına odaklanıyor ama kadının bunun farkında olduğunu sanmıyorum. Benim dikkatimi çeken kadının o pozisyonda bile sıyrılan eteğini çekiştirerek bacağını kapamaya çalışması oldu. Muhafazakar insanlar bu tepkiyi çok doğru bulabilirler ama ben çok hüzünlenmiştim. İçimden "Göçük altından çıkıyorsun, yarı baygınsın, her tarafın kir ve kan içinde kim sana bakar ki? Ayrıca hayatın kurtulmuş, ölümden dönmüşsün, göçük altında işkence gibi saatler geçirmişsin, isterse 1000 kişi baksın o bacaklara ne fark eder?" demiştim. Japonya depremi sırasında da başını dizlerinin arasına alıp oturmuş etekli bir kız resmi çekmişti dikkatimi. Eteği bacaklarının sonuna kadar sıyrılmıştı ve ağlıyordu. O fotoğraf tüm dünyada yayınlanmış ama kimsenin kızın bacaklarına dikkat ettiğini sanmıyorum. Dikkat eden olmuşsa bile o kızın umurunda olduğunu, bunu kendine sorun ettiğini sanmıyorum.
Ben kızımın istediği sürece ev içinde çıplak dolaşmasına izin veriyorum. İsterse denize de çıplak sokuyorum. Ama evde misafir yani aile dışından yabancılar varken ya da ev dışında çıplak gezilmeyeceğinin farkında, özel olarak da anlatmaya gerek yok, zaten biz nasılsak o da bizi örnek alarak davranıyor. Benim çıplak gezmediğim bir ortamda kızım da çıplak gezmiyor elbette... Önemli olan kiminleyken, hangi ortamda, nasıl olunabileceğini öğrenmesi...
Ben 3 yaşına kadar babamla yıkandım. Babamla paylaştığım en mutlu anlardı. Kızım da aynı şekilde babası ile yıkanıyor. Benim duyduğum mutluluğu, onun da yaşamasını istiyorum. Ayrıca örneğin bir süre yaşadığım Rusya'da aile üyelerini çırılçıplak hamama girmesi sık rastlanan bir olaydır. Çocukların yaşı kaç olursa olsun anne babalarının yanında soyunup giyinmesi hiç yadırganmaz. Rusya'da cinsel tacizin diğer ülkelerden daha çok olduğu yönünde bir istatistiğe rastlamadım. Anneannemin vefat edene kadar annemi keselemeye bayıldığını da hatırlıyorum. Eski zamanlarda kadınların ya da erkeklerin hamamlarda toplu halde çıplak bulunmaları ülkemizde de yadırganmazmış. Kayınvalideler müstakbel gelinlerini hamamlarda seçerlermiş. Hatta erkek çocuklar da uzun süre anneleri ile hamamlara giderlermiş ki artık büyümüş erkek çocuğu için anneye "Hanım, hanım kocanı da getir bari." dendiği de rivayet edilir :)
Bu nedenlerle kızımın kendini rahat hissettiği sürece banyoda da çıplak olmasına ben müdahale etmeyeceğim. Önemli olan çocuğun ne hissettiğidir. Eğer çocuk bir noktada kendisini sıkıntıda hissederse herhalde beni banyodan çıkartır zaten.
Bazı durumlarda insanın yalnız kalması gerektiğini çocuk da anlamalı. Çocuk tuvalette yalnız kalmaktan korkuyor diye kapıyı açık bırakmayı ya da anne tuvaletteyken kapının açık bırakılmasını yazar doğru bulmuyor. 4 yaşını bitiren bir çocuğun tuvaletin özel bir mekan olduğunu bilmesi gerektiğini söylüyor. Kızım şu an 18 aylık ve birkaç denemeden sonra "Anne şu anda tuvaletini yapıyor ve tuvaletini yaparken içeri girilmez"in anlamını öğrendi. Gelip kapıyı tıklatıyor, "Buradayım annecim, tuvaletimi yapıyorum" deyince de salona dönüp oynamaya devam ediyor. Çıkar çıkmaz yanına gidiyorum ve o da bu duruma alıştı. Ama eğer benimle girmek için ısrar ederse reddetmiyorum. Ama olabildiğince kapalı durmaya özen gösteriyorum. Uzun kıyafetlerle alafranga tuvalete oturunca zaten salondaki koltukta oturmaktan bir farkı da kalmıyor. Yanımda olmasının beni rahatsız ettiğinin ve aslında orada olmaması gerektiğinin farkında olması da bana şimdilik yeterli gibi geliyor.
Kızım şu anda 4 yaşına yaklaştı. Çişini yaparken rahatsız olmuyor ama kakasını yaparken muhakkak tuvalette yalnız kalmak istiyor ve hatta tuvalet kapısının kapalı olmasına da çok dikkat ediyorum. Ben çocuğa eğitim verilirken asla zorlanmasından yana olmadım. Örnek olmak ve o anda ne hissettiğimi anlamasını sağlamak yeterli diye düşünüyorum. Çocuğu tuvalete almamak için kapı önünde ağlatsaydım belki olumsuz bir sonucu olabilirdi. Ama şimdi 4 yaşında ve tuvalette yalnız kalınması gerektiğini kendiliğinden öğrendi.
Buradaki ana hedef çocuğun, kendi bedenini izleyen birisinden rahatsız olmasıdır. Böylece çocuk yavaş yavaş, tüm bedeninin "özel" ve korunmaya değer olduğunun bilincine varacaktır. 4 yaşında bir çocuk kendi kendine giyinip soyunamayabilir. Bu durumda ise anne babanın çocuğa ayrı bir odada yardımcı olması mümkündür. Bundaki amaç çocuğun kendi bedeninin açık bir ortamda ve birilerinin görebileceği şekilde sergilenemeyeceğinin refleksinin kazandırılmasıdır.
Kızım doğduğu günden bu yana hiçbir zaman onu dışarıda tamamen soymadım. Tatilde bile altını değiştirmemek gerektiğinde (ki 9 aylıktı) havluya sararak bezini çıkardım. O zamanlar bunu bilinçli olarak yapmıyordum, çocuğun bundan bilinçsizce de olsa bir şeyler öğrenebileceğini düşünmüyordum. Sadece içimden öyle geliyordu. Ama sonuç olarak kızım tüm vücudunun özel olduğunu ve o istemediği süre kimsenin vücuduna müdahale edemeyeceğini öğrenmiş oldu. Şimdi kendisini rahat hissediyorsa çıplak gezebiliyor, rahat hissetmediği zaman da hemen tepkisini gösterebiliyor.
Anne çocuğun ihtiyaçlarını karşılarken ondan onay ya da izin alma ihtiyacı hissetmez ama çocuk 4 yaşına girdiğinden itibaren zaman zaman odasına girerken kapısı çalınıp izin alınmalıdır. 7 yaşından itibarense kapısı çalınmadan asla odasına girilmemelidir. Kapıyı çalıp odasına girdiğinizde çocuğun çıplak bedeni ile karşılaşırsanız, çocuğun özel dünyasına saygı gösterdiğinizi belirtir şekilde hemen özür dileyip kapıyı kapatmalısınız. Çocuk kendi kendine giyinemiyorsa ondan izin alıp odasına girdikten sonra "istersen ben yardım edeyim" diyerek çocuktan izin alınmadan çocuğun kıyafetlerine el atılmamalıdır. Gideceğiniz yere geç kalıyor olmanız, çocuğunuzun terbiyesinden daha önemli olamaz. Aynı hassasiyeti evinize giren herkes göstermelidir.
Böylece hem çocuk kişiliğine saygı duyulmasını talep etmeyi hem de rahatsız olduğu bir durumda itiraz edebilme becerisini elde etmiş olacaktır.
Şahsen ben kızımdan izin almadan onun üstünü değiştirmiyorum. Elbette henüz çok küçük, konuşarak anlaşmak zor. O yüzden ben açıkça izin almak yerine, ona yapacaklarımı önceden anlatmak yolunu seçiyorum. "Bak üstün ıslandı. Şimdi gidip odandan kuru kıyafetler getireceğim ve üstünü değiştireceğiz". "İşte yeni kıyafetlerini getirdim. Şimdi bana sağ elini ver, birlikte çıkartalım" gibi...
Bir çocuğun, bir yetişkinin kendisi için tehlikeli olup olmayacağını anlayabilmesi ancak 7 yaşından sonra mümkündür, hatta tehlikenin büyüklüğünü ancak 14 yaşından sonra anlayabilir diyor yazar. Bu nedenle 4 yaşından küçük çocuğa güvenebileceği kişiler tanıtılırsa, bu güven çemberi dışında kalan kişilere karşı bilinçsizce bir refleksle kendisini koruması sağlanmış olur.
Çocuk çevresindeki kişilerle belli kategoriler içerisinde yakınlık kurmayı öğrenmelidir. Örneğin babasının kardeşi olan amca ile bakkal amcayı ayırabilmelidir. Ben bunun için amcaya gittiğimizde özellikle vurgu yaparak "Amcaya geldik, amcaya geldik" diyorum. Diğer kişiler içinse "X amca, Y amca" diyorum. Tahminimce çocuk sesimin vurgusundan, tonlamadaki sıcaklıktan bile babasının kardeşi olan amcanın diğerlerinden farklı ve daha güvenilebilir olduğunu anlıyordur. Adem Güneş bunu "Birisine güven sınırı en üst noktada bulunmalı, diğerine ise sınırlı güven duymalıdır" diye özetliyor.
Çocuğun güven duyacağı kişileri kategorize ederken uygulanacak yöntemi Adem Güneş ayrıntılı olarak anlatıyor. Psikogenetik kapılardan bahsediyor. Ben ayrıntısına girmeyeceğim. Özetle baba, anne, amca, dayı, teyze, hala, dede ve nineler en üst düzeyde güven duyulacak kişilerdir. Bunların dışındaki kişiler sınırlı güven duyulacak kişilerdir. Bu ayrımı tehlikeli ya da tehlikesiz kişiler olarak görmemek gerekiyor diyor yazar. Sınıflandırma bu kişilerden zarar gelmeyeceği ya da bu kişiler dışındakilerden zarar geleceği anlamına gelmiyor. Sadece çocuğa kendisini korumasını öğretmeye çalışıyoruz.
Çocuk bu kişileri "ailesi" olarak görmeli ve irtibatı en yüksek noktada tutmalıdır. Bu duygunun, çocuğun kendisini hayat içerisinde güvenli hissedebilmesi açısından da önemli olduğunu düşünüyorum.
Adem Güneş, çocuğun daha ilk yaşlardan itibaren aile olarak gördüğü ve "biz" sınırı içindeki bu kişilerle sıkı iletişim içerisinde olması gerektiğini özellikle vurguluyor. Dayı, teyze, hala, amca, dede ve nineler özellikle ziyaret edilmeli, iletişime büyük önem verilmeli ve çocuğun bu kişilerle ilişkisine sekte vurulmamalıdır. Adem Güneş'in bir cümlesini de buraya olduğu gibi almak isterim: "Bu kişilerin çocuk terbiyesinde emniyet sigortası rolü üstlendiği asla unutulmamalıdır."
Yine de eklemeden geçemeyeceğim, "biz" sınırı içerisinde kalan aile bireyleri tarafından çocuğun tacize uğraması da mümkündür. Çocuğun bu durumda "Amcamla babamın arası bozulur" diye susması da olasıdır. Çocuğa her zaman "Kendisinin önemli ve değerli olduğu, diğer her türlü sorunun ise çekirdek ailenin desteği ile aşılabileceği" duygusu verilmelidir. Çocuk başına her ne gelirse gelsin bunu annesine anlatabileceğinden ve anlattıktan sonra aşırı bir tepki ile karşılaşmayacağından, kendisinin soğukkanlı ve akıllıca korunacağından emin olmalıdır. Çocuğa hiçbir zaman "Sana bir şey olursa ben ölürüm" ya da "Sana zarar veren olursa kafasını kırarım" gibi sözler de söylememek lazım. Zira benim çevremde gördüğüm taciz vakalarında çocuk çoğunlukla "Bunu söylersem annem yıkılır" ya da "Bunu söylersem babam katil olur" gibi düşüncelerle susuyor. Çocuğa her ne olursa olsun anne babanın kuvvetli ve arkasında olduğu ve sorunları akıllıca ve sakince çözebileceği hissettirilmelidir.
3."Dokunulması yasak olan yerlerim" refleksi (s. 40 vd.)
4 yaşından itibaren çocukların belli bölgelerine dokunulması çocuklarda ani tepkiye neden olmalıdır diyor yazar. Bunu sağlamak için de 4 yaşından itibaren çocukların genital bölgelerine olan harici temasın olabildiğince azaltılmasını öneriyor. Bu konuda herkesin elbirliği ile hareket etmesi gerektiğini, akraba ve tanıdıklar tarafından çocuğun cinsel organlarına dokunularak, öpülerek, vurularak sevilmesine müsaade edilmemesi gerektiğini de vurguluyor.
Şahsen tuvalet alışkanlığının erken dönemde kazandırılmasının bu yönde de bir faydası olduğunu düşünüyorum. Kızım doğduğu andan itibaren altını benden ve babasından başka kimsenin değiştirmesine izin vermedim. 12. aydan itibaren kakasını tuvalete yapmaya başladı. Bu durumda da poposunu ben, babası, bakıcı ablası, anneannesi, yengesi ve amca kızı dışında kimsenin yıkamasına veya silmesine izin vermedim. İşin garibi, kızım da izin vermiyor. Daha bebekken bile altını kimsenin değiştirmesine izin vermez, tepkisini ağlayıp kıvranarak gösterirdi. Şimdi ise açıkça tercihini belli ediyor. Ben veya babası yanındaysak başkasının tuvalete götürmesini istemiyor. Hele hele yabancı biri olduğunda kesinlikle utanıyor, tuvaletini yapmaktan bile vazgeçebiliyor. Daha 18 aylık... Sanırım doğru yoldayım...
Kızımın dokunulması yasak olan bölgelerine temizlemek kaygısıyla zorla dokunmuyorum. Banyoda bile sadece su tutarak temizliyorum yada köpüklü su yaparak çocuk küvetinin içine oturtuyorum. Süngerle ya da lifle bile olsa o bölgelerine temas etmedim, etmiyorum. Gerekirse banyo sonrası kremleme yaparken ıslak mendil ile olabildiğince az temas ederek gerekli temizliği yapıyorum.
Ama cinsel organının ellenmemesi gereken, ayıp ya da pis bir bölge olduğunu da düşünmesini istemem elbette. Bu nedenle yaklaşımım hiçbir zaman ona hissettirecek şekilde olmadı. Kızımda vajinal yapışıklık olduğu için çok uzun bir süre hemen her hafta yapışıklığa müdahale etmemiz gerekti. O nedenle vajinanın da tıpkı eli kolu gibi gerektiğinde ve izin verdiğinde ellenebilen, izin vermediğinde ve rahatsız olduğunda ise asla ellenilmeyecek, tıpkı vücudunun diğer organları gibi bir organ olduğunu biliyor artık.
4. "Fiziksel baskıya direnme" refleksi (s. 43 vd.)
Burada da yazar özetle, büyüklerin gücünün farkına varan çocuğun kendi güçsüzlüğünü ve çaresizliğini keşfedeceğini söylüyor. Büyüklerin ise bazen fark etmeden de olsa çocukların üzerinde güç gösterisi yaparak, çocukların bu duygularını körüklediklerinden bahsediyor. Bu durumun kaçınılmaz sonucu olarak çocuk, kendisinden büyük birinden kaçılmayacağını hafızasına yazıp, kendisini bu büyük kişiye teslim ediyor. İşte tacizci için hazır bir av! Çırpınmaya ve tacizden kaçmaya çalışmıyor bile... Bu nedenle çocukla oyun oynarken güç gösterisinden kaçınılması gerektiği gibi, ceza olarak da güç gösterisinde bulunulmamalı, ayrıca dışarı çıkmak istemeyen çocuk, isteği hilafına sürüklenerek bir yerlere götürülmemelidir. Çocuğun istemediği durumlara karşı gösterdiği fiziksel direnç asla kırılmamalı ve çocuğa direncinin işe yaradığı bizzat yaşatılmalıdır (s.44).
Biz fark etmeden bu maddeye uygun oyunlar oynamışız: Örneğin kızım daha yürüyemezken babasıyla salıncakta bir oyun oynuyorlardı; babası salıncağın hizasında yere çömelip salıncağı itiyor, salıncak geri gelince kendine hafifçe çarpmasını sağlıyor, sonra da abartılı bir tepki ile geriye doğru düşme numarası yapıyordu. Kızım bu oyuna kıkır kıkır gülerdi, gerçi hala gülüyor. Çok doğru bir oyunmuş. Aynı şekilde şimdi de babası halının üzerine oturup "Hadi, beni it" diyor. Kızım da babasını omuzundan itiyor. Babası geriye doğru düşüp, halıya boylu boyunca uzanıyor. Sonra da "Beni kaldırır mısın kızım?" diye elini uzatıyor. Kızımın minicik eli ile babasının elini tutup kaldırışını ve bunu yaparken suratındaki böbürlenme ifadesini görmelisiniz. Faydalı bir oyun daha... Veee son olarak kızımla yakalamaç oynuyoruz ama asla yakalamıyoruz :) Kızım kaçıyor, kaçıyor, sonunda evin bir köşesinde sıkışıyor. Onun geçebileceği bir alan bırakıp ona dokunamayacağımız uzaklıkta yere çömeliyoruz. Yorulmuşsa kıkırdayarak kollarımıza atılıyor, yok oyuna devam etmek istiyorsa ona bıraktığımız boşluktan kendince sıvışarak koşmaya devam ediyor. Bu da çocuğa, dilerse kendinden büyük birinden kaçabileceğini öğretmek açısından güzel bir oyun. Kızımla asla kendisini güçsüz hissettirecek oyunlar oynamıyoruz, zaten çocuk kendi yaşantısına egemen olamayacak kadar güçsüz olduğunun farkında, tam tersine onu bizden güçlü gösteren oyunlar oynuyoruz.
Son olarak bir de şu noktaya değinmek isterim: Kızımı asla ve asla yemek yemesi için zorlamadım, ağzına kaşık tıkmadım. Hiçbir şey yemek istemediği zamanlar oldu, kuru yemiş, domates veya mandalina yedirip yatırdım ama asla ve asla onun kendisini karşımda güçsüz hissedebileceği şekilde ağzına yemek sokmaya çalışmadım. Tam aksine o istemediği zaman benim ona zorla hiçbir şey yaptıramayacağım duygusunu sindirmesi için uğraştım ve son derece de başarılı olduğumu sanıyorum. Bu arada kızımın hiçbir yeme sorunu olmadı ama zorlanan çocukların yeme sorunlarının hiçbir zaman bitmediğini de annelerinden duyuyorum.
5. "Vücudum görünmemeli" hissi (s. 48)
Bu noktada "vücut" tanımını iyi yapmak gerektiğini düşünüyorum ben. Zira aklımda hep bir kare var: 1999 depreminde göçük altından bir kadın çıkarıyorlar. Kadın bir itfaiyecinin kucağında ve yarı baygın. Kameralar o sırada kadına odaklanıyor ama kadının bunun farkında olduğunu sanmıyorum. Benim dikkatimi çeken kadının o pozisyonda bile sıyrılan eteğini çekiştirerek bacağını kapamaya çalışması oldu. Muhafazakar insanlar bu tepkiyi çok doğru bulabilirler ama ben çok hüzünlenmiştim. İçimden "Göçük altından çıkıyorsun, yarı baygınsın, her tarafın kir ve kan içinde kim sana bakar ki? Ayrıca hayatın kurtulmuş, ölümden dönmüşsün, göçük altında işkence gibi saatler geçirmişsin, isterse 1000 kişi baksın o bacaklara ne fark eder?" demiştim. Japonya depremi sırasında da başını dizlerinin arasına alıp oturmuş etekli bir kız resmi çekmişti dikkatimi. Eteği bacaklarının sonuna kadar sıyrılmıştı ve ağlıyordu. O fotoğraf tüm dünyada yayınlanmış ama kimsenin kızın bacaklarına dikkat ettiğini sanmıyorum. Dikkat eden olmuşsa bile o kızın umurunda olduğunu, bunu kendine sorun ettiğini sanmıyorum.
Ben kızımın istediği sürece ev içinde çıplak dolaşmasına izin veriyorum. İsterse denize de çıplak sokuyorum. Ama evde misafir yani aile dışından yabancılar varken ya da ev dışında çıplak gezilmeyeceğinin farkında, özel olarak da anlatmaya gerek yok, zaten biz nasılsak o da bizi örnek alarak davranıyor. Benim çıplak gezmediğim bir ortamda kızım da çıplak gezmiyor elbette... Önemli olan kiminleyken, hangi ortamda, nasıl olunabileceğini öğrenmesi...
6. "Banyoda çıplak olunmaması" hissi
Ben 3 yaşına kadar babamla yıkandım. Babamla paylaştığım en mutlu anlardı. Kızım da aynı şekilde babası ile yıkanıyor. Benim duyduğum mutluluğu, onun da yaşamasını istiyorum. Ayrıca örneğin bir süre yaşadığım Rusya'da aile üyelerini çırılçıplak hamama girmesi sık rastlanan bir olaydır. Çocukların yaşı kaç olursa olsun anne babalarının yanında soyunup giyinmesi hiç yadırganmaz. Rusya'da cinsel tacizin diğer ülkelerden daha çok olduğu yönünde bir istatistiğe rastlamadım. Anneannemin vefat edene kadar annemi keselemeye bayıldığını da hatırlıyorum. Eski zamanlarda kadınların ya da erkeklerin hamamlarda toplu halde çıplak bulunmaları ülkemizde de yadırganmazmış. Kayınvalideler müstakbel gelinlerini hamamlarda seçerlermiş. Hatta erkek çocuklar da uzun süre anneleri ile hamamlara giderlermiş ki artık büyümüş erkek çocuğu için anneye "Hanım, hanım kocanı da getir bari." dendiği de rivayet edilir :)
Bu nedenlerle kızımın kendini rahat hissettiği sürece banyoda da çıplak olmasına ben müdahale etmeyeceğim. Önemli olan çocuğun ne hissettiğidir. Eğer çocuk bir noktada kendisini sıkıntıda hissederse herhalde beni banyodan çıkartır zaten.
7. "Tuvalette benden başkası olmamalı" bilinci (s. 54)
Bazı durumlarda insanın yalnız kalması gerektiğini çocuk da anlamalı. Çocuk tuvalette yalnız kalmaktan korkuyor diye kapıyı açık bırakmayı ya da anne tuvaletteyken kapının açık bırakılmasını yazar doğru bulmuyor. 4 yaşını bitiren bir çocuğun tuvaletin özel bir mekan olduğunu bilmesi gerektiğini söylüyor. Kızım şu an 18 aylık ve birkaç denemeden sonra "Anne şu anda tuvaletini yapıyor ve tuvaletini yaparken içeri girilmez"in anlamını öğrendi. Gelip kapıyı tıklatıyor, "Buradayım annecim, tuvaletimi yapıyorum" deyince de salona dönüp oynamaya devam ediyor. Çıkar çıkmaz yanına gidiyorum ve o da bu duruma alıştı. Ama eğer benimle girmek için ısrar ederse reddetmiyorum. Ama olabildiğince kapalı durmaya özen gösteriyorum. Uzun kıyafetlerle alafranga tuvalete oturunca zaten salondaki koltukta oturmaktan bir farkı da kalmıyor. Yanımda olmasının beni rahatsız ettiğinin ve aslında orada olmaması gerektiğinin farkında olması da bana şimdilik yeterli gibi geliyor.
Kızım şu anda 4 yaşına yaklaştı. Çişini yaparken rahatsız olmuyor ama kakasını yaparken muhakkak tuvalette yalnız kalmak istiyor ve hatta tuvalet kapısının kapalı olmasına da çok dikkat ediyorum. Ben çocuğa eğitim verilirken asla zorlanmasından yana olmadım. Örnek olmak ve o anda ne hissettiğimi anlamasını sağlamak yeterli diye düşünüyorum. Çocuğu tuvalete almamak için kapı önünde ağlatsaydım belki olumsuz bir sonucu olabilirdi. Ama şimdi 4 yaşında ve tuvalette yalnız kalınması gerektiğini kendiliğinden öğrendi.
8. "Soyunma ve giyinmede yalnızlık" ilkesi (s. 55)
Buradaki ana hedef çocuğun, kendi bedenini izleyen birisinden rahatsız olmasıdır. Böylece çocuk yavaş yavaş, tüm bedeninin "özel" ve korunmaya değer olduğunun bilincine varacaktır. 4 yaşında bir çocuk kendi kendine giyinip soyunamayabilir. Bu durumda ise anne babanın çocuğa ayrı bir odada yardımcı olması mümkündür. Bundaki amaç çocuğun kendi bedeninin açık bir ortamda ve birilerinin görebileceği şekilde sergilenemeyeceğinin refleksinin kazandırılmasıdır.
Kızım doğduğu günden bu yana hiçbir zaman onu dışarıda tamamen soymadım. Tatilde bile altını değiştirmemek gerektiğinde (ki 9 aylıktı) havluya sararak bezini çıkardım. O zamanlar bunu bilinçli olarak yapmıyordum, çocuğun bundan bilinçsizce de olsa bir şeyler öğrenebileceğini düşünmüyordum. Sadece içimden öyle geliyordu. Ama sonuç olarak kızım tüm vücudunun özel olduğunu ve o istemediği süre kimsenin vücuduna müdahale edemeyeceğini öğrenmiş oldu. Şimdi kendisini rahat hissediyorsa çıplak gezebiliyor, rahat hissetmediği zaman da hemen tepkisini gösterebiliyor.
9. "İzin verirsem, kabul edilirsin" ilkesi (s. 58 vd)
Anne çocuğun ihtiyaçlarını karşılarken ondan onay ya da izin alma ihtiyacı hissetmez ama çocuk 4 yaşına girdiğinden itibaren zaman zaman odasına girerken kapısı çalınıp izin alınmalıdır. 7 yaşından itibarense kapısı çalınmadan asla odasına girilmemelidir. Kapıyı çalıp odasına girdiğinizde çocuğun çıplak bedeni ile karşılaşırsanız, çocuğun özel dünyasına saygı gösterdiğinizi belirtir şekilde hemen özür dileyip kapıyı kapatmalısınız. Çocuk kendi kendine giyinemiyorsa ondan izin alıp odasına girdikten sonra "istersen ben yardım edeyim" diyerek çocuktan izin alınmadan çocuğun kıyafetlerine el atılmamalıdır. Gideceğiniz yere geç kalıyor olmanız, çocuğunuzun terbiyesinden daha önemli olamaz. Aynı hassasiyeti evinize giren herkes göstermelidir.
Böylece hem çocuk kişiliğine saygı duyulmasını talep etmeyi hem de rahatsız olduğu bir durumda itiraz edebilme becerisini elde etmiş olacaktır.
Şahsen ben kızımdan izin almadan onun üstünü değiştirmiyorum. Elbette henüz çok küçük, konuşarak anlaşmak zor. O yüzden ben açıkça izin almak yerine, ona yapacaklarımı önceden anlatmak yolunu seçiyorum. "Bak üstün ıslandı. Şimdi gidip odandan kuru kıyafetler getireceğim ve üstünü değiştireceğiz". "İşte yeni kıyafetlerini getirdim. Şimdi bana sağ elini ver, birlikte çıkartalım" gibi...
10. "Kim kimdir bilinci ve "Biz" bilinci genişletme (s. 60 vd)
Bir çocuğun, bir yetişkinin kendisi için tehlikeli olup olmayacağını anlayabilmesi ancak 7 yaşından sonra mümkündür, hatta tehlikenin büyüklüğünü ancak 14 yaşından sonra anlayabilir diyor yazar. Bu nedenle 4 yaşından küçük çocuğa güvenebileceği kişiler tanıtılırsa, bu güven çemberi dışında kalan kişilere karşı bilinçsizce bir refleksle kendisini koruması sağlanmış olur.
Çocuk çevresindeki kişilerle belli kategoriler içerisinde yakınlık kurmayı öğrenmelidir. Örneğin babasının kardeşi olan amca ile bakkal amcayı ayırabilmelidir. Ben bunun için amcaya gittiğimizde özellikle vurgu yaparak "Amcaya geldik, amcaya geldik" diyorum. Diğer kişiler içinse "X amca, Y amca" diyorum. Tahminimce çocuk sesimin vurgusundan, tonlamadaki sıcaklıktan bile babasının kardeşi olan amcanın diğerlerinden farklı ve daha güvenilebilir olduğunu anlıyordur. Adem Güneş bunu "Birisine güven sınırı en üst noktada bulunmalı, diğerine ise sınırlı güven duymalıdır" diye özetliyor.
Çocuğun güven duyacağı kişileri kategorize ederken uygulanacak yöntemi Adem Güneş ayrıntılı olarak anlatıyor. Psikogenetik kapılardan bahsediyor. Ben ayrıntısına girmeyeceğim. Özetle baba, anne, amca, dayı, teyze, hala, dede ve nineler en üst düzeyde güven duyulacak kişilerdir. Bunların dışındaki kişiler sınırlı güven duyulacak kişilerdir. Bu ayrımı tehlikeli ya da tehlikesiz kişiler olarak görmemek gerekiyor diyor yazar. Sınıflandırma bu kişilerden zarar gelmeyeceği ya da bu kişiler dışındakilerden zarar geleceği anlamına gelmiyor. Sadece çocuğa kendisini korumasını öğretmeye çalışıyoruz.
Çocuk bu kişileri "ailesi" olarak görmeli ve irtibatı en yüksek noktada tutmalıdır. Bu duygunun, çocuğun kendisini hayat içerisinde güvenli hissedebilmesi açısından da önemli olduğunu düşünüyorum.
Adem Güneş, çocuğun daha ilk yaşlardan itibaren aile olarak gördüğü ve "biz" sınırı içindeki bu kişilerle sıkı iletişim içerisinde olması gerektiğini özellikle vurguluyor. Dayı, teyze, hala, amca, dede ve nineler özellikle ziyaret edilmeli, iletişime büyük önem verilmeli ve çocuğun bu kişilerle ilişkisine sekte vurulmamalıdır. Adem Güneş'in bir cümlesini de buraya olduğu gibi almak isterim: "Bu kişilerin çocuk terbiyesinde emniyet sigortası rolü üstlendiği asla unutulmamalıdır."
Yine de eklemeden geçemeyeceğim, "biz" sınırı içerisinde kalan aile bireyleri tarafından çocuğun tacize uğraması da mümkündür. Çocuğun bu durumda "Amcamla babamın arası bozulur" diye susması da olasıdır. Çocuğa her zaman "Kendisinin önemli ve değerli olduğu, diğer her türlü sorunun ise çekirdek ailenin desteği ile aşılabileceği" duygusu verilmelidir. Çocuk başına her ne gelirse gelsin bunu annesine anlatabileceğinden ve anlattıktan sonra aşırı bir tepki ile karşılaşmayacağından, kendisinin soğukkanlı ve akıllıca korunacağından emin olmalıdır. Çocuğa hiçbir zaman "Sana bir şey olursa ben ölürüm" ya da "Sana zarar veren olursa kafasını kırarım" gibi sözler de söylememek lazım. Zira benim çevremde gördüğüm taciz vakalarında çocuk çoğunlukla "Bunu söylersem annem yıkılır" ya da "Bunu söylersem babam katil olur" gibi düşüncelerle susuyor. Çocuğa her ne olursa olsun anne babanın kuvvetli ve arkasında olduğu ve sorunları akıllıca ve sakince çözebileceği hissettirilmelidir.
7 yaşından sonra çocuğa verilecek bilinçli eğitime ilişkin olan kısmı ise artık bir zahmet kitaptan okuyuverelim :) Zaten kitabın hepsini baştan sona okumak gerekiyor ki benim burada özetlediğim bilgilerin temeli anlaşılabilsin. Bu nedenle bu kitabı, kütüphanemin anne bebek bölümüne özenle yerleştiriyorum.
Çocuk tacizi ile ilgili son olarak bir de benim eklemek istediğim bir nokta var: Bence önemli olan çocuğa vücudunun kapalı olması gerektiğini öğretmekten ziyade nerede, ne zaman, kiminleyken kapalı olması gerektiğini öğretebilmek. Kapalı olmasından da maksat, dokunulmaz olduğunun karşıdaki kişiye vurgulanmasıdır. Ayrıca bir diğer önemli nokta, organ ayırt etmeksizin tüm vücudunun özel olduğu ve kimsenin o izin vermeden kendisine dokunamayacağı fikrini kafasına yerleştirebilmek. Kızım şu anda yanağından makas alındığında bile çığlık çığlığa bağırarak tepkisini gösteriyor ve hemen yanıma kaçıp, bana kişiyi şikayet ediyor. Kitapta, çocuğun öfkesinin bastırılmaması gerektiğine ilişkin bölüme değinmedim ama bence çok değerli. Çünkü modern toplumlarda hep öfkenin bastırılması ve gösterilmemesi gerektiğini öğretiyoruz. Ben öyle yapmadım, kızım eğer birine sinirlendiyse öfkesini muhakkak gösterir. Eğer kendisine müdahale varsa, o da karşı müdahalede bulunur. Birisi zorla kucağına almaya çalışırsa tepinir, tekmeler, iter, bağırır ve karşı koyar. Asla "Ayıp kızım, üzülür bak teyze" filan demedim. Eğer kızımın, kendi vücudunun ona özel olduğunu anlamasını istiyorsam, öncelikle herkesin bu "özel" vurgusuna hassasiyet göstermesi gerekiyor, izin almadan kızımı kucaklamaya kalkan da sonuçlarına katlanır :) Ayrıca kızımıza hiç kimseden yiyecek kabul etmemesi gerektiğini de öğrettik. Eğer canı çekiyorsa, bizden izin aldıktan sonra kabul ediyor. Bu nedenle çocuğa şeker, çikolata vs gibi çekici gelebilecek yiyecekleri yasaklamadım. Kendim en kalitelerinden evde sürekli bulunduruyorum. Canı istediğinde en lezzetlisini yiyebileceğini bilen çocuk zaten bir başkasının teklifini cazip bulmuyor.
Tüm bunların dışında anne olarak gözüm her zaman kızımın üstüne. Olası tehlikeleri öngörüp, ona göre tavır almaya çalışıyor. Herkesin her hareketini ince eleyip sık dokuyorum. Kızım bana emanet ve o kendini koruyabilecek yaşa gelinceye kadar ben elimden gelen en iyi şekilde onu koruyacağım. Herkes kendinden mesuldür. Ben babasına karşı bile kızımı korumalıyım, aynı şekilde babası da benim hareketlerimde bir dengesizlik hissederse kızını koruması gerektiğini bilmelidir. Kızıma gerekli eğitimi verip, gerekli koruma önlemlerini de aldıktan sonra gerisine artık alın yazısı demekten başka çare kalmıyor.
Umarım tüm çocukların pırıl pırıl bir alın yazısı olur...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder