Baştan söyleyeyim: Ben nükleer santral karşıtıyım.
Lise yıllarında alternatif enerji üretim yöntemleri hakkında bir ödev yapmıştım. Yaptığım ilk araştırma çalışmasıydı, hala saklarım. O çalışmamın sonucunda nükleer enerji üretimini sakıncalı ve gereksiz bulmuştum. Hala da aynı fikirdeyim.
Aralarında çevrecilerin de bulunduğu pekçok arkadaşım, özellikle mühendisler, nükleer santrallerin çevreye duyarlı ve elzem olduklarını söyler ve benim fikirlerimi çürütmeye çalışırlardı. Ben de esasen eğitim alanım dışında kaldığından "Herhalde bilmediğim bir şeyler biliyorlar" deyip susardım.
Anne olduktan sonraysa nükleer santral dendiğinde gözümün önüne hep şu resim gelir oldu:
Çernobil faciasından sonra zehirlenen çayı lezzetli bulup içen bakanımız rahmetli oldu mu bilemiyorum ama anneannemin de aralarında bulunduğu pekçok akrabam ve Karadenizli çok sayıda insan kanserden hayatını kaybetti. Nükleer santral benim için artık bu resimle özdeşti.
Tam Akkuyu Nükleer Santrali hususunda Rusya ile anlaşma imzalanırken Japonya depremi oldu. Bir anne olarak kızımın geleceği hakkında karar verecek olan insanların "Risklerden korkuyorsak evlerimize tüp gaz da sokmayalım o zaman" demeleri sinirlerimi son raddede gerdi, dokunsalar ağlayacak noktaya geldim. Bu hususta ne fikir beyan etsem bilimsel alanım dışında olduğundan ciddiye alınmıyordum ama sonra Vatan Gazetesi'nde Mine Şenocaklı'nın nükleer reaktör mühendisi Prof. Dr. Tolga Yarman ile yaptığı röportaja denk geldim.
Bundan 30 sene önce Akkuyu nükleer santralinin yapılması için imza veren mühendislerden biri olan profesörün söyledikleri sanki benim hislerime tercüman oldu. Yazı uzun ama üşenmeyip buraya alacağım; yarın öbür gün bana bıdı bıdı eden olursa bu yazıyı göstereceğim:
Nükleer reaktör mühendisi Prof. Dr. Tolga Yarman, 36 yıl önce bir rapora imza atmış ve “Akkuyu’ya nükleer santral kurulabilir” demiş. Jeofizik mühendisi Prof. Dr. Ahmet Ercan ise bu rapora hazırlık olacak bir çalışmada yer almış. Şimdi her ikisi de Akkuyu’dan dönülmesi için dil döküyor önlerine kim çıkarsa... Ama pek dinleyen yok Ankara’da...
ONLAR artık en azından yerin doğru seçilmesi için çabalıyor. “İllaki nükleer santral kurulacaksa...” diye başlıyorlar anlatmaya... Ne Akkuyu ne de Sinop güvenli. Peki nereye kurulabilir? Ya Yozgat ya da Ankara Nallıhan...
Olmadı Güneydoğu’da bir yer, mesela Gaziantep, Kilis ya da Şırnak... Ankara seçeneğine TBMM’den olur çıkmayacağından emin gibiler. Yozgatlılar’dan ise özür diliyorlar!
Japonya, yani depreme en hazırlıklı ve nükleer enerji konusunda en gelişmiş ülkede, Fukuşima Nükleer Santrali bir facianın eşiğindeyken... Bırakın nükleer santral çevresinde yaşayanları, Tokyolular kaçmak için fırsat kollarken, hükümetimiz nükleer santral kuran firmalardan daha ‘nükleer’ açıklamalar yapıyor! Başbakanımız “Her yatırımda risk var, tüpgaz da tehlikeli” açıklamasıyla tarih yazdı! Üzerine Enerji Bakanımız, “Niye nükleer santralden vazgeçelim? Biz mahallenin delisi miyiz?” dedi ve ekledi; “Bizim santral dünyaya örnek olacak!” Gerçekten de olacak gibi görünüyor; daha baştan yer seçiminde yapılan hatayla belki de! Zira hangi jeofizikçiye sorarsanız sorun, “Akkuyu deprem açısından güvenli midir?” diye, yüzü kararıyor. Fay hattıyla başlıyorlar, tsunami tehlikesiyle bitiriyorlar cümlelerini...
Üstelik bir zamanlar “Akkuyu’da nükleer santral kurulabilir” raporu veren ekipte yer alan nükleer reaktör mühendisi Prof. Dr. Tolga Yarman ile yine o dönem bu rapora ön hazırlık olacak çalışmalarda yer alan deprem uzmanı jeofizik mühendisi Prof. Dr. Ahmet Ercan da bu projeye karşı çıkıyor. Hatta çok daha fazla karşı çıkıyorlar, çünkü böylesi bir hatadan dönülmesini sağlamanın boyunlarının borcu olduğunu düşünüyorlar. Hatalarının farkındalar, hem de en az 30 yıldan bu yana, yani Fukuşima radyasyon sızdırdığı için panikten değil! Aslında yanlış anlaşılmasın buna hata da denemez, zira Akkuyu uygun olabilir dendiği günden bu yana pek çok yeni veri çıkmış ortaya... Ki Marmara Depremi’nin hemen ardından Prof. Tolga Yarman, dönemin Başbakanı Ecevit’e dört saatlik bir brifing vermiş. Ecevit, dönemin Enerji Bakanı ve diğer kabine üyeleri dinlemiş, dinlemiş ve noktayı koymuşlar; “Vazgeçelim!”...
AKKUYU’YA NÜKLEER FİDAN BİLE DİKİLEMEZ
Bir yandan Japonya’dan gelecek daha korkunç bir haberi beklerken, Prof. Yarman’dan randevu aldım. Beykoz’da Hidiv Kasrı’nda buluşacaktık, tam kapıdan içeri giriyordum ki, bir telefon geldi Yarman’dan; “Kusura bakmayın, ben Galatasaray’da ‘Akkuyu’ya hayır!’ yürüyüşündeyim. Yanımda Prof. Ahmet Ercan da var. İsterseniz buraya gelin, sizin için de iyi olur, üçümüz konuşuruz” diye... Daha iyiydi, hem deprem hem de nükleer santraller üzerine daha ayrıntılı bilgi alabilirdim. Böylece kendimi anti-nükleer yürüyüşün içinde buldum!
Tünel’e kadar yürüdük, “Akkuyu ve Sinop Fukuşima olmasın” sloganları eşliğinde... Eylem bitti, Büyük Londra Oteli’nin lobisinde yapmaya karar verdik sohbeti... Yolda Prof. Ercan, “Aslında bizim burada olmamız biraz ayıp... Tolga nükleer reaktör mühendisi, ben jeofizik mühendisiyim. Bizim disiplinler açısından bakarsanız, ikimiz de nükleer santrallere karşı değiliz. Ama yurtseverlik duygumuz, hem Sinop’da hem de Akkuyu’da nükleer santrale karşı çıkmamızı gerektiriyor” dedi. Her ikisi de hemfikirdi, bu ülkede eğer bedelli askerlik için referandum düşünülüyorsa, nükleer santral için kesinlikle yapılmalıydı. “Zira bırakın yaşayan milyonlarca insanı, daha doğmamış milyonları ilgilendiren bir konu bu” dedi Prof. Tolga Yarman.
Bu sırada otele vardık, masaya bir harita yaydı Prof. Ahmet Ercan. Ve başladı konuşmaya; “İllaki nükleer santral kurulacaksa...” diye... Ne Akkuyu ne de Sinop güvenli haritaya göre, aslında Türkiye’deki hiçbir kıyı bölgesi değil. Peki nereye kurulabilir? Pek fazla bir alternatif yok aslında; ya Yozgat ya da Ankara Nallıhan... Olmadı Güneydoğu’da bir yer, mesela Gaziantep, Kilis ya da Şırnak... Ama tüm bu adresler nükleer yatırım için kıyılara göre çok daha masraflı... Her iki uzman da, üstelik ikisi de zamanında “Akkuyu’ya uygun” demiş iki uzman, üzerine bastıra bastıra vurguluyor; “Akkuyu bugün kesinlikle uygun değil!”
Hocam 36 yıl önce “Akkuyu’ya evet” demişsiniz. Peki ne oldu da fikriniz değişti?
Prof. Tolga Yarman: 1984 yılında bir makale yazdım, Milliyet Gazetesi’nde de yayınlandı. Başlığı şuydu; nükleer enerji üretimi artık teknik bir zorunluluk değil, bir siyasi tercih konusudur. Bir defa bugüne kadar Türkiye’deki çeşitli devlet kurumları, Elektrik İşleri İdaresi, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu, Enerji Bakanlığı, Nükleer Santraller Dairesi hep nükleer enerji üretiminin bir zorunluluk olduğunu düşünüyorlardı. Ama zorunluluk olmaktan çıktı. Alternatif enerji kaynakları var... Bir de esas itibariyle ilk önce düşünülen yer Akkuyu değildi, Trakya’nın Karadeniz sahiliydi. Ama burada kurulacak bir nükleer reaktör tesisine Genelkurmay Başkanlığımız izin vermemişti. Çünkü o zaman Bulgaristan’dan gelecek bir tehdit söz konusuydu. Nükleer reaktör vurulabilirdi. Ama bugün yapısal özellikler değişti. Genelkurmay Başkanlığı epeydir oraya koyduğu ambargoyu kaldırdı. Tabii depremsel açıdan Türkiye ciddi bir sıkıntı sergiliyor. Bu yüzden önce depremsiz yer aranıyor. Depremli bir yöreye nükleer santral yapılmaz diye bir kaide yok ama güvenlik önlemleri maliyeti ister istemez artırıyor. Akkuyu o zaman bu açıdan da nispeten uygundu. Ayrıca nükleer tesisi bir nehir yahut deniz kenarına kurarsanız yine maliyet düşer. Öteki türlü hava ile soğutmanız gerekir. Türkiye’de ise yaz- kış saniyede 10 ton su sağlayacak herhangi bir nehir yok. Akkuyu olursa soğutma denizden yapılabilecekti, ağır parçalar denizden getirilebilecekti... Tabii o zaman nükleer santraller kaza geçirmiş de değillerdi. Ne Tree Mile Island ne Çernobil yaşanmıştı. Dolayısıyla bugünkü nükleer reaktör tehlike algısı o zamanlar hiç yoktu.
25 km uzağından Ecemiş fay hattının geçtiği de belli değildi galiba?
O konuda Ahmet Ercan Hoca, “Ecemiş fay hattından hiç korkmuyorum” diyor. Ama tehdit olarak biraz uzaktaki Lübnan’ı zamanında ciddi olarak hırpalamış bir kırıktan söz ediyor. Benim açımdan bugün nükleer santralin Akkuyu’ya tesis edilmemesi hissimin temelinde ise deprem riski öncelikli değil.
Peki o zaman siz Akkuyu’da olmasın Sinop’ta kurulsun diyor musunuz?
1999’da rahmetli Ecevit beni davet ettiği zaman dedim ki, “Bugün Akkuyu’ya teknik olarak nükleer santral kuramazsınız. Çünkü o zaman bazı ölçütler gündemde hiç yoktu, sonradan teşekkül etti. Mesela turizm kıstası yoktu. Turizm etki değerlendirmesi yapılmış değildi. Sonra deniz suyu Akdeniz’de, Karadeniz’e oranla yaz-kış 10 derece daha sıcak. Bu da santralin veriminin yüzde 10 kadar düşmesi demek. Başka türlü söylersek, 5 milyar dolarlık yatırımın 500 milyon dolarını banko Akdeniz’e gömmeniz anlamını taşır. 1970’lerin başlarında nükleer santral kurulması teknik zorunluluk olarak algılandığı için bu 500 milyon dolar düzlemindeki kayıp dahi Türkiye Elektrik Kurumu Nükleer Santraller Dairesi’ni yolundan alıkoymuyordu. Şimdi böyle bir zorunluluk yok ki! Hem o günden başlayarak bazı sakıncalar var hem de o günlerden bugünlere bakıldığında hiçbir şekilde görüntü alanında bulunmayan teknik ölçütler ortaya çıktı daha sonra...
Onun dışında iki büyük nükleer kaza yaşanmamıştı...
Ben de onu söylüyorum... Reaktörlerin kamuoyunda meydana getirdiği algı ciddi olarak hasar gördü. Orada bir defa her şey tıkır tıkır çalışsa dahi sebze meyve ihracı ciddi olarak azalacak, turizm hırpalanacak.
Bir nükleer santral herhangi bir kaza olmasa bile çevreyi etkiler mi?
Ben bütün Akdeniz turizmini etkiler diyorum.
Psikolojik olarak mı, yoksa gerçekten etkiler mi?
Her şey tıkır tıkır çalışıyor diyelim. Depremi, teknolojiyi, kazayı aştık, algı diye bir şey var. Ben bu kadar zamandır bu konuda bir araştırma, etki değerlendirilmesi yapılmamıştır diyorum. Hâlâ daha yapılmamış olmasını ayıplıyorum.
Paris’in yakınında da nükleer santral var, oranın turizmini herhangi bir şekilde etkilemiyor deniyor...
Be kardeşim başkasının iyi hal kağıdı ile işe mi gireceksin! Başkasının çürük kağıdı ile askerden mi sıyıracaksın! O zaman lisans çalışması da yapmayalım, başka reaktörün lisansı ile çalıştıralım nükleer santrali. Bu mantık bir defa ciddi olarak arızalı. Hiçbir tutar tarafı yok. Ayrıca bundan 12 sene önce Prof. Tolga Yarman, Ecevit Hükümeti’ne diyor ki; “Bugün buraya nükleer santral kurulursa turizmi etkileyeceğinden o kadar kaygılıyım ki, işte 1999’da Gölcük depremi oldu, bin km uzakta Antalya’da yapılmış turist rezervasyonları bıçakla kesilmiş gibi iptal edildi. Şimdi diyorlar ki, Antalya ile Akkuyu arasında 300 km mesafe var. Algısı nedir turistin, o önemli. Sen bu konuda bir araştırma yapmadın, kendi kendine ahkâm kesiyorsun. “Evelallah bir şeycik olmaz ağabey” lafı vardır ya, onun gibi. Böyle araştırma, böyle bakış biçimi olur mu?
Ben bunun adına arabesk nükleer yaklaşım, nükleer holiganlık, nükleer fanatizm diyorum. Bugünkü söylemler de yakışık almayacak, devlet ciddiyeti ile bağdaşmayan bir inadı ortaya koyuyor. Ben diyorum ki, sen bu algı ölçmesini gerçekleştirmeden oraya nükleer fidan dikemezsin. Yani sen bölge turizmini ve sebze meyve üretimini ciddi olarak heder ediyor olma yönünde bir yaklaşım geliştiriyorsun.
Akdeniz’de de 10-12 metrelik tsunamiler olabilir
Hocam peki sizce neden Akkuyu’ya hayır?
Prof. Ahmet Ercan: Aslında Akkuyu’daki üretim evinin yer önerisini İTÜ olarak biz yaptık. 1982’ye kadar bu araştırmalara devam ettik ve Türkiye için deprem konusunda en dingin yerler olarak Mersin, Sinop, Kırklareli ve İğneada’yı işaret ettik. Ama Tolga Hoca’nın dediği gibi İğneada o gün demir perde ülkelerine yakın diye Genelkurmayca uygun görülmemişti. O zaman bir Güney Akdeniz turizm projesi de yoktu. 1976’dan söz ediyorum... Daha sonra Özal’la birlikte bu proje hayata geçti ve turizm kalkındı. Şu an Türkiye’nin yıllık turizm geliri 25 milyar dolar. O zaman çevrecilik olayları da çok azdı. Dolayısıyla Türkiye Elektrik Kurumu Akkuyu’yu öne çekti.
Peki ya deprem tehlikesi o dönem bilinmiyor muydu?
Deprem tek faktör değildir. Kamuoyunda yanlış bir izlenim var, ‘Ecemiş kırığı çekincelidir’ diye. Hayır, değildir. Gerçi Ecemiş kırığının 190 km uzunluğu var ama 25-30 km’lik parçalardan oluşuyor. Bunların oluşturabileceği depremin büyüklüğü en fazla 6,3 olur. Ecemiş kırığının Akkuyu Termik Santrali’ne uzaklığı yaklaşık 50 km. Buradan alınacak ivme, yapıda alınabilecek önlemlerin çok altında olacağından güvenliği sarsıcı olmayacaktır. Yukarıdaki Pozantı-Karahisar kırığı ve Tuz Gölü kırığı da Akkuyu için bir çekince değildir. Buradan kalkarak Akkuyu Termik Santralini irdelemek bence bilime ters düşer. Onlar tehdit değildir.
Gerçek tehdit nedir peki?
Gerçek tehdit Osmaniye ve Antakya’dan geçen Ölüdeniz kırığıdır. Ölüdeniz kırığı yeryüzünün en büyük depremlerini üreten bir kırıktır.
Prof. Tolga Yarman: O günlerde biz evet derken bu olasılık da çalışılmamıştı. Dolayısıyla bu olasılık nedeniyle de kesinlikle vazgeçilmesi gerekir Akkuyu’dan... Bu da yeni bir ölçüt olarak karşımıza çıkıyor.
Prof. Ahmet Ercan: Ben bunun haritasını da yaptım 2010 yılında. Ölüdeniz kırığıyla, Kıbrıs yayı ve Doğu Anadolu kırığının birleştiği yer, İskenderun Körfezi, özellikle de Çukurova’dır. Çukurova’yı çukur yapan bu 3 ana kırıktır. Bunun gözönüne alınması gerekiyor. Bakın Fukuşima üretim evi deprem odağının tam 250 km uzağındaydı. 250 km uzakta oluşan bir deprem oradaki boruları kırdı ve atık havuzunu etkiledi. Ayrıca süpürtü (tsunami) dalgaları oluşturdu. Benzer bir olay Akkuyu’da da olabilir.
Akkuyu’nun Ölüdeniz kırığına uzaklığı sadece 190 km. Yani Fukuşima’dan daha yakın... Ölüdeniz kırığının yaratabileceği depremler ise yaklaşık 7,5 büyüklüğünde. Ayrıca depremler siyasi sınır tanımaz. Suriye, Lübnan ve Kıbrıs’ta olacak depremler de bizi etkiler. Ölüdeniz kırığında, Lübnan’da, Akka’da, Laskiye’de ve Antakya’da 7,5 büyüklüğünde depremler olmuş ve bunlar 250 bin kişiyi öldürmüştür. Oluşan süpürtü dalgaları Antalya’ya, Fethiye’ye, Kaş’a, Rodos’a, Girit’e kadar ulaşmış, Kıbrıs’ın tamamını süpürmüştür. Bazı yerlerde bu dalgaların yüksekliği 10 metreye kadar varmıştır ve tarihi kayıtlara göre on binlerce kişi ölmüştür. Ben ‘Türkiye’deki süpürtü dalgalarının sakıncaları’ çalışmamı 2010 yılında bitirdim ve Uluslararası Jeofizik Kongresi’nde de sundum. Bütün denizler için bu çalışmayı yaptım. Dolayısıyla burada korkulacak Ecemiş kırığı değil, Kıbrıs yayı, Ölüdeniz ve Doğu Anadolu kırığının kavşağıdır. Aynı zamanda sınırlarımız dışında olabilecek Suriye ve Lübnan depremleridir. Mesela Kıbrıs yayında olan depremlerden biri Akkuyu’ya sadece 40 km uzaktadır. Baf’ta ve Limasol’da olan depremlerin büyüklüğü 7,5’a kadar varmıştır. Bunlar aynı zamanda süpürtü dalgası üretmiştir.
7,5 büyüklüğündeki bir deprem 10 metrelik tsunami dalgaları oluşturur mu?
Tabii oluşturur. Bugüne kadar oluşturduğu kaynak noktasındaki süpürtü dalgaları belgelere göre 1-4 metredir. Ama girintilere girince süpürtü dalgaları 10-12 metreye kadar çıkabilir.
En son bu bölgede böyle büyük bir deprem ne zaman olmuş hocam?
1822’de...
Bugün böyle bir deprem olmayacak denemez herhalde?
Tabii denemez...
Peki illaki nükleer santral kuracağız denirse nereye kurulmalı hocam?
Tolga Hoca’yla biz biraz koşut olarak bu işe girdik. Onun bir nükleer mühendis olarak benim de bir jeofizik mühendisi olarak söylediklerimiz birbirleriyle çok pekişti, örtüştü. Bir jeofizik mühendisi olarak bana Enerji Bakanımız ve Başbakanımız sorsalar, “Biz bunu kıyılardan almak istiyoruz ve mutlaka da kurmak istiyoruz. Pahalı olsun ya da olmasın önemli değil” deseler benim önerebileceğim iller şunlar olur; ilki Yozgat, ikincisi Ankara’da Nallıhan ya da Beypazarı.
Konya da güvenli görünüyor...
Önermem, orası da bir turizm kenti... Ama Karaman’ı önerebilirim.
Orası da Akdeniz’e yakın ama...
Ben sadece süpürtü dalgalarının çekincelerinden ve deprem büyüklüğünden yola çıkarak bu yerleri öneriyorum. Diğer güvenli yerler ise Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin, Şırnak, Siirt, Batman. Hatta çok ileri olsa da Iğdır’ı da dahil edebiliriz. Ermeniler nasıl bizim gözümüze sokar şekilde nükleer santral Metsamor’u yaptılarsa ben de onların gözüne sokar şekilde Iğdır’ın kırıklardan uzak bir yerine kondururum nükleer santrali. Bu illerde yaşayanlar sakın bana gücenmesin. Ahmet Ercan bizim üzerimize bir çekirdek güresi (nükleer enerji) üretim evi yolluyor diye... Eğer ille de inatları varsa siyasetçilerin oralar olabilir diye yol gösteriyorum bilim adamı olarak. İlle de yapılsın demiyorum.
Güvenli nükleer santral kurulabilir mi hocam? Hiçbir problem olmadan...
Şunu söylemezsem bilim namusundan uzaklaşmış olurum. Bugüne kadar nükleer santrallerde üretilen 400 bin megawatt kadar bir nükleer güç var yeryüzünde.
Bunu bizim anlayabileceğimiz gibi ifade edebilir misiniz?
400 Keban Barajı kadar yani... Dünyada elektrik üretiminin 6’da 1’i nükleer enerji üretimi yoluyla sağlanıyor. Bu santrallerden ise şimdiye kadar 4 bin megawatt, yani yüzde 1 fire olmuş.
Yani Çernobil, Three Mile Island ve Fukuşima ile... Öyle mi?
Evet. Yalnız şurası çok önemli, bu özel kazalar bütün güvenlik önlemlerinin dışında, havsala ötesinde gerçekleşmiştir. Tabii başka ufak tefek kazalar da yok değil. Yüzde 1 fire verilmiş dedim. Yani yüzde 90’ın çok üzerinde pırıl pırıl işlev sürdürülmüş. Ama... Hâlâ daha nükleer atık sorunu çözülmüş değil. Sonra bu büyük kazalar nükleer enerji üretimine öyle bir darbe vuruyor ki!..
Nükleer enerji yatırım grafiği 1970’lerin başında birinci petrol kriziyle yükselmeye başlıyor, ikinci petrol kriziyle daha da dik yükseliyor, sonra yatıyor. Ondan sonra nükleer atık sorunu, verimlilik giriyor gündeme, talebin o kadar yüksek seyretmeyeceğine dair yeni bir felsefeyle karşı karşıya kalınıyor, nükleer enerji üretiminde algı hasarı peydahlanıyor, sökülme sorunları gündeme geliyor ve nükleer santraller ciddi olarak gözden düşüyor. Onun için hâlâ şu kadar yerde nükleer santral kuruluyor gibi değerlendirmeler fevkalade arızalı.
Nükleer atıklar için Amerika 10 milyar dolarlık bir tesis yapmıştı...
Evet. Ben nükleer kabristan diyorum ona. Ama henüz bu tesise bir tek nükleer mevta gömülmüş değil. Çünkü çevredeki halkı ikna edemiyorlar. Çölün ortasında, toprağın altına gömecekler. Ama kimse ikna olmuyor. Demek ki, göreceli olarak bakıldığında oldukça başarılı sayılabilecek bir nükleer enerji karnesi var ama yüzde 1’lik dilim içinde öyle beklenmedik facialar meydana gelmiş ki, bu tüm algıyı hasara uğratmış.
Algı bir tarafa Fukuşima’nın etkisi ne olur insanlığa?
Fukuşima da Çernobil noktasına geldi, onu diyeyim. Henüz onu aşmadı ama o noktaya geldi. Mesela nükleer santralin dış güvenlik kabuğunun 8 atmosfere dayanıklı olması söz konusu, 6-7 atmosfere kadar çıktı. Onun için hababam dışarıya istim koyuveriyorlar. Yani radyoaktivite! Yoksa Japonya’dan Amerika’ya kadar giden radyoaktif atıklar başka türlü gidiyor değil.
Yani düdüklü tencerede olduğu gibi?
Evet. Çernobil’i kontrollü olarak ufak ufak dışarıya salıyorsun. Bir anda patlamasın diye. Tabii yalnızca Japon halkını etkilemiyor bu nükleer istim koyuverme, binlerce kilometre uzaklara da ulaşıyor rüzgârla...
Önümüzdeki on yılda nasıl bir tablo ortaya çıkar bölgede?
Bugün Japonlar kendilerine yeni bir yurt arama noktasına geldiler. Bu facia şu ana kadar yeryüzünde olmuş en büyük nükleer faciadır. Çünkü şimdiye kadar hiçbir mevkide 3 reaktör birden aynı etki uzantısında bu resmi vermedi. 200 bin insanı şimdiden tahliye ettiler. Bu sayı daha da artar... Çünkü bu reaktörlerde mox yakıtı var. Mox yakıtı, içinde plütonyum bulunduran yakıt demek. Plütonyumun yarı ömrü ise 25 bin yıldır. Dışarıya plütonyum saçıldı. Başka çare yoktu, ya Çernobil gibi patlayacak ya da dışarıya ufak ufak vereceksin. Kırk satır mı kırk katır mı noktasında kaldı Japonlar.
Siz daha ilk günlerde “Ben olsam hiç beklemez betonla kaplamaya başlarım reaktörleri” demiştiniz. Nitekim onu yapmaya başladı Japonlar. Bu çare olacak mı peki?
Başka seçeneğiniz yok. Bir şekilde hapsetmeniz lazım. Yalnız bu plütonyum betonu dahi patlatabilir, onu belirteyim. Bakın kim ki bu kazayı Çernobil’in altında tasvir ediyorsa olana bitene nükleer açıdan düzgün bakmıyor demektir. Bu kaza şu anda Çernobil’den de vahim bir kaza.
Şu boyutuyla daha vahim, 3 reaktör birden ergidi ve dışarıya kontrollü olarak da olsa istim salar gibi radyoaktivite salınmak zorunda kalındı. Salınma olmasaydı tehlike çok daha büyük boyutlardaydı. Oradaki topraklar yüzlerce yıl kullanılamıyor olacak. Orada öyle bir puslu bir bölge var ki şu anda... Ne olduğunu söylemek akademik bir çalışma yapmadan mümkün değil. Ama şunu ilk defa söyleme ayrıcalığını taşıyorum, bu hiç akla gelmedi; tsunami geldi vurdu, peki nükleer reaktörlerin yanı başında soğutulsun diye bekletilen nükleer morglarda bulunan nükleer yakıtlara kadar ulaştı mı etkisi, henüz belli değil. Ama etki etmeyecek olma ihtimali çok düşük.
Beklenmeyen derecedeki deprem içeride hangi haltı karıştırdı henüz bilmiyoruz. Nükleer aksamda, kaza senaryoları çerçevesinde öngörülmüş olup devreye girmesi gereken her şey devreye girdi mi bilmiyoruz. Tsunami geliyor, 3 reaktör birden tam susuz kalıyor. Böyle bir facia yaşanmadı. Yedek jeneratörler devreye girmedi. Bir yandan yakıtlarda plütonyum bulunması, dolayısıyla onun kontrollü dahi olsa dışarıya verilmesi uzantısında bir nükleer kirlenmeyle karşı karşıya kalınıyor. Bu reaktörlerin yanı başlarında bekletilen havuzlardaki nükleer morglardaki nükleer mevtaların bir anlamda hortlaması sonucunu beraberinde getirebilir. Ben bu ihtimali bir çırpıda dışlanacak bir ihtimal olarak görmüyorum. Nitekim Amerikan Atom Enerjisi Kurumu ben bunu açıkladıktan sonra böyle bir tehlikenin olabileceğinden dolayı endişelerini ifade etti.
Gerçekten de bundan sonra Kuzey Japonya’da yaşanmaz mı?
En az bir asır orada kalır radyoaktif maddeler. Çok ciddi bir nükleer felaket söz konusu...
Bugün siz başbakan olsanız Türkiye için kararınız ne olurdu?
Her şeyi durdururdum. Çünkü bu hayvanın, yani nükleer reaktörün beklenmedik anlarda ne yapacağına dair bir şey diyemiyoruz artık. Sen iyi bir aslan terbiyecisisin, elinde kırbaç var... Bugünkü teknolojik bilgi birikim ve donanımın da bir kafes olsun...
Bu hayvanı terbiye etmek mümkün değil mi?
Onu der miyim! Nükleer mühendislik hocasıyım ben. Ama her türlü musibet çıkabiliyor. Bu hayvan kafes altında bulunuyor ve sen içine giriyorsun, bugünkü yaklaşımlar itibariyle musibet çıkmaması çok zor.
O hayvanı kafesin içinde eğitmek mümkün mü peki?
Bugün bu teknolojiyi Akkuyu’ya ya da Sinop’a götürmek rezillik bir defa. Bir anda beklenmedik gelişmelerle yüzde 1 ihtimalle bu havyan seni yer! Çünkü 100 hayvandan 1’i seni yiyor, bu çıktı ortaya. Tam ölçü verdim size... 400 bin megawatt var, 4 bin megawatt kafes altında olmasına rağmen bakıcılarını yedi. Bugünkü teknoloji itibariyle 100 hayvandan biri kırbaç altında seni yiyor. Yani tehlike hiç de az değil!
Enerji politikası hakkında halkın fikri hiçbir zaman sorulmaz. Bu nedenle referanduma gidilmesi bana imkansız görünüyor. Reaktör kurulup kurulmaması hakkında benim önerim şu: Bu kararı erkek başkanlar değil, başkanların kadın eşleri versin; özellikle de anne olanlar.
Nükleer reaktör mühendisi Prof. Dr. Tolga Yarman, 36 yıl önce bir rapora imza atmış ve “Akkuyu’ya nükleer santral kurulabilir” demiş. Jeofizik mühendisi Prof. Dr. Ahmet Ercan ise bu rapora hazırlık olacak bir çalışmada yer almış. Şimdi her ikisi de Akkuyu’dan dönülmesi için dil döküyor önlerine kim çıkarsa... Ama pek dinleyen yok Ankara’da...
ONLAR artık en azından yerin doğru seçilmesi için çabalıyor. “İllaki nükleer santral kurulacaksa...” diye başlıyorlar anlatmaya... Ne Akkuyu ne de Sinop güvenli. Peki nereye kurulabilir? Ya Yozgat ya da Ankara Nallıhan...
Olmadı Güneydoğu’da bir yer, mesela Gaziantep, Kilis ya da Şırnak... Ankara seçeneğine TBMM’den olur çıkmayacağından emin gibiler. Yozgatlılar’dan ise özür diliyorlar!
Japonya, yani depreme en hazırlıklı ve nükleer enerji konusunda en gelişmiş ülkede, Fukuşima Nükleer Santrali bir facianın eşiğindeyken... Bırakın nükleer santral çevresinde yaşayanları, Tokyolular kaçmak için fırsat kollarken, hükümetimiz nükleer santral kuran firmalardan daha ‘nükleer’ açıklamalar yapıyor! Başbakanımız “Her yatırımda risk var, tüpgaz da tehlikeli” açıklamasıyla tarih yazdı! Üzerine Enerji Bakanımız, “Niye nükleer santralden vazgeçelim? Biz mahallenin delisi miyiz?” dedi ve ekledi; “Bizim santral dünyaya örnek olacak!” Gerçekten de olacak gibi görünüyor; daha baştan yer seçiminde yapılan hatayla belki de! Zira hangi jeofizikçiye sorarsanız sorun, “Akkuyu deprem açısından güvenli midir?” diye, yüzü kararıyor. Fay hattıyla başlıyorlar, tsunami tehlikesiyle bitiriyorlar cümlelerini...
Üstelik bir zamanlar “Akkuyu’da nükleer santral kurulabilir” raporu veren ekipte yer alan nükleer reaktör mühendisi Prof. Dr. Tolga Yarman ile yine o dönem bu rapora ön hazırlık olacak çalışmalarda yer alan deprem uzmanı jeofizik mühendisi Prof. Dr. Ahmet Ercan da bu projeye karşı çıkıyor. Hatta çok daha fazla karşı çıkıyorlar, çünkü böylesi bir hatadan dönülmesini sağlamanın boyunlarının borcu olduğunu düşünüyorlar. Hatalarının farkındalar, hem de en az 30 yıldan bu yana, yani Fukuşima radyasyon sızdırdığı için panikten değil! Aslında yanlış anlaşılmasın buna hata da denemez, zira Akkuyu uygun olabilir dendiği günden bu yana pek çok yeni veri çıkmış ortaya... Ki Marmara Depremi’nin hemen ardından Prof. Tolga Yarman, dönemin Başbakanı Ecevit’e dört saatlik bir brifing vermiş. Ecevit, dönemin Enerji Bakanı ve diğer kabine üyeleri dinlemiş, dinlemiş ve noktayı koymuşlar; “Vazgeçelim!”...
AKKUYU’YA NÜKLEER FİDAN BİLE DİKİLEMEZ
Bir yandan Japonya’dan gelecek daha korkunç bir haberi beklerken, Prof. Yarman’dan randevu aldım. Beykoz’da Hidiv Kasrı’nda buluşacaktık, tam kapıdan içeri giriyordum ki, bir telefon geldi Yarman’dan; “Kusura bakmayın, ben Galatasaray’da ‘Akkuyu’ya hayır!’ yürüyüşündeyim. Yanımda Prof. Ahmet Ercan da var. İsterseniz buraya gelin, sizin için de iyi olur, üçümüz konuşuruz” diye... Daha iyiydi, hem deprem hem de nükleer santraller üzerine daha ayrıntılı bilgi alabilirdim. Böylece kendimi anti-nükleer yürüyüşün içinde buldum!
Tünel’e kadar yürüdük, “Akkuyu ve Sinop Fukuşima olmasın” sloganları eşliğinde... Eylem bitti, Büyük Londra Oteli’nin lobisinde yapmaya karar verdik sohbeti... Yolda Prof. Ercan, “Aslında bizim burada olmamız biraz ayıp... Tolga nükleer reaktör mühendisi, ben jeofizik mühendisiyim. Bizim disiplinler açısından bakarsanız, ikimiz de nükleer santrallere karşı değiliz. Ama yurtseverlik duygumuz, hem Sinop’da hem de Akkuyu’da nükleer santrale karşı çıkmamızı gerektiriyor” dedi. Her ikisi de hemfikirdi, bu ülkede eğer bedelli askerlik için referandum düşünülüyorsa, nükleer santral için kesinlikle yapılmalıydı. “Zira bırakın yaşayan milyonlarca insanı, daha doğmamış milyonları ilgilendiren bir konu bu” dedi Prof. Tolga Yarman.
Bu sırada otele vardık, masaya bir harita yaydı Prof. Ahmet Ercan. Ve başladı konuşmaya; “İllaki nükleer santral kurulacaksa...” diye... Ne Akkuyu ne de Sinop güvenli haritaya göre, aslında Türkiye’deki hiçbir kıyı bölgesi değil. Peki nereye kurulabilir? Pek fazla bir alternatif yok aslında; ya Yozgat ya da Ankara Nallıhan... Olmadı Güneydoğu’da bir yer, mesela Gaziantep, Kilis ya da Şırnak... Ama tüm bu adresler nükleer yatırım için kıyılara göre çok daha masraflı... Her iki uzman da, üstelik ikisi de zamanında “Akkuyu’ya uygun” demiş iki uzman, üzerine bastıra bastıra vurguluyor; “Akkuyu bugün kesinlikle uygun değil!”
Hocam 36 yıl önce “Akkuyu’ya evet” demişsiniz. Peki ne oldu da fikriniz değişti?
Prof. Tolga Yarman: 1984 yılında bir makale yazdım, Milliyet Gazetesi’nde de yayınlandı. Başlığı şuydu; nükleer enerji üretimi artık teknik bir zorunluluk değil, bir siyasi tercih konusudur. Bir defa bugüne kadar Türkiye’deki çeşitli devlet kurumları, Elektrik İşleri İdaresi, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu, Enerji Bakanlığı, Nükleer Santraller Dairesi hep nükleer enerji üretiminin bir zorunluluk olduğunu düşünüyorlardı. Ama zorunluluk olmaktan çıktı. Alternatif enerji kaynakları var... Bir de esas itibariyle ilk önce düşünülen yer Akkuyu değildi, Trakya’nın Karadeniz sahiliydi. Ama burada kurulacak bir nükleer reaktör tesisine Genelkurmay Başkanlığımız izin vermemişti. Çünkü o zaman Bulgaristan’dan gelecek bir tehdit söz konusuydu. Nükleer reaktör vurulabilirdi. Ama bugün yapısal özellikler değişti. Genelkurmay Başkanlığı epeydir oraya koyduğu ambargoyu kaldırdı. Tabii depremsel açıdan Türkiye ciddi bir sıkıntı sergiliyor. Bu yüzden önce depremsiz yer aranıyor. Depremli bir yöreye nükleer santral yapılmaz diye bir kaide yok ama güvenlik önlemleri maliyeti ister istemez artırıyor. Akkuyu o zaman bu açıdan da nispeten uygundu. Ayrıca nükleer tesisi bir nehir yahut deniz kenarına kurarsanız yine maliyet düşer. Öteki türlü hava ile soğutmanız gerekir. Türkiye’de ise yaz- kış saniyede 10 ton su sağlayacak herhangi bir nehir yok. Akkuyu olursa soğutma denizden yapılabilecekti, ağır parçalar denizden getirilebilecekti... Tabii o zaman nükleer santraller kaza geçirmiş de değillerdi. Ne Tree Mile Island ne Çernobil yaşanmıştı. Dolayısıyla bugünkü nükleer reaktör tehlike algısı o zamanlar hiç yoktu.
25 km uzağından Ecemiş fay hattının geçtiği de belli değildi galiba?
O konuda Ahmet Ercan Hoca, “Ecemiş fay hattından hiç korkmuyorum” diyor. Ama tehdit olarak biraz uzaktaki Lübnan’ı zamanında ciddi olarak hırpalamış bir kırıktan söz ediyor. Benim açımdan bugün nükleer santralin Akkuyu’ya tesis edilmemesi hissimin temelinde ise deprem riski öncelikli değil.
Peki o zaman siz Akkuyu’da olmasın Sinop’ta kurulsun diyor musunuz?
1999’da rahmetli Ecevit beni davet ettiği zaman dedim ki, “Bugün Akkuyu’ya teknik olarak nükleer santral kuramazsınız. Çünkü o zaman bazı ölçütler gündemde hiç yoktu, sonradan teşekkül etti. Mesela turizm kıstası yoktu. Turizm etki değerlendirmesi yapılmış değildi. Sonra deniz suyu Akdeniz’de, Karadeniz’e oranla yaz-kış 10 derece daha sıcak. Bu da santralin veriminin yüzde 10 kadar düşmesi demek. Başka türlü söylersek, 5 milyar dolarlık yatırımın 500 milyon dolarını banko Akdeniz’e gömmeniz anlamını taşır. 1970’lerin başlarında nükleer santral kurulması teknik zorunluluk olarak algılandığı için bu 500 milyon dolar düzlemindeki kayıp dahi Türkiye Elektrik Kurumu Nükleer Santraller Dairesi’ni yolundan alıkoymuyordu. Şimdi böyle bir zorunluluk yok ki! Hem o günden başlayarak bazı sakıncalar var hem de o günlerden bugünlere bakıldığında hiçbir şekilde görüntü alanında bulunmayan teknik ölçütler ortaya çıktı daha sonra...
Onun dışında iki büyük nükleer kaza yaşanmamıştı...
Ben de onu söylüyorum... Reaktörlerin kamuoyunda meydana getirdiği algı ciddi olarak hasar gördü. Orada bir defa her şey tıkır tıkır çalışsa dahi sebze meyve ihracı ciddi olarak azalacak, turizm hırpalanacak.
Bir nükleer santral herhangi bir kaza olmasa bile çevreyi etkiler mi?
Ben bütün Akdeniz turizmini etkiler diyorum.
Psikolojik olarak mı, yoksa gerçekten etkiler mi?
Her şey tıkır tıkır çalışıyor diyelim. Depremi, teknolojiyi, kazayı aştık, algı diye bir şey var. Ben bu kadar zamandır bu konuda bir araştırma, etki değerlendirilmesi yapılmamıştır diyorum. Hâlâ daha yapılmamış olmasını ayıplıyorum.
Paris’in yakınında da nükleer santral var, oranın turizmini herhangi bir şekilde etkilemiyor deniyor...
Be kardeşim başkasının iyi hal kağıdı ile işe mi gireceksin! Başkasının çürük kağıdı ile askerden mi sıyıracaksın! O zaman lisans çalışması da yapmayalım, başka reaktörün lisansı ile çalıştıralım nükleer santrali. Bu mantık bir defa ciddi olarak arızalı. Hiçbir tutar tarafı yok. Ayrıca bundan 12 sene önce Prof. Tolga Yarman, Ecevit Hükümeti’ne diyor ki; “Bugün buraya nükleer santral kurulursa turizmi etkileyeceğinden o kadar kaygılıyım ki, işte 1999’da Gölcük depremi oldu, bin km uzakta Antalya’da yapılmış turist rezervasyonları bıçakla kesilmiş gibi iptal edildi. Şimdi diyorlar ki, Antalya ile Akkuyu arasında 300 km mesafe var. Algısı nedir turistin, o önemli. Sen bu konuda bir araştırma yapmadın, kendi kendine ahkâm kesiyorsun. “Evelallah bir şeycik olmaz ağabey” lafı vardır ya, onun gibi. Böyle araştırma, böyle bakış biçimi olur mu?
Ben bunun adına arabesk nükleer yaklaşım, nükleer holiganlık, nükleer fanatizm diyorum. Bugünkü söylemler de yakışık almayacak, devlet ciddiyeti ile bağdaşmayan bir inadı ortaya koyuyor. Ben diyorum ki, sen bu algı ölçmesini gerçekleştirmeden oraya nükleer fidan dikemezsin. Yani sen bölge turizmini ve sebze meyve üretimini ciddi olarak heder ediyor olma yönünde bir yaklaşım geliştiriyorsun.
Akdeniz’de de 10-12 metrelik tsunamiler olabilir
Hocam peki sizce neden Akkuyu’ya hayır?
Prof. Ahmet Ercan: Aslında Akkuyu’daki üretim evinin yer önerisini İTÜ olarak biz yaptık. 1982’ye kadar bu araştırmalara devam ettik ve Türkiye için deprem konusunda en dingin yerler olarak Mersin, Sinop, Kırklareli ve İğneada’yı işaret ettik. Ama Tolga Hoca’nın dediği gibi İğneada o gün demir perde ülkelerine yakın diye Genelkurmayca uygun görülmemişti. O zaman bir Güney Akdeniz turizm projesi de yoktu. 1976’dan söz ediyorum... Daha sonra Özal’la birlikte bu proje hayata geçti ve turizm kalkındı. Şu an Türkiye’nin yıllık turizm geliri 25 milyar dolar. O zaman çevrecilik olayları da çok azdı. Dolayısıyla Türkiye Elektrik Kurumu Akkuyu’yu öne çekti.
Peki ya deprem tehlikesi o dönem bilinmiyor muydu?
Deprem tek faktör değildir. Kamuoyunda yanlış bir izlenim var, ‘Ecemiş kırığı çekincelidir’ diye. Hayır, değildir. Gerçi Ecemiş kırığının 190 km uzunluğu var ama 25-30 km’lik parçalardan oluşuyor. Bunların oluşturabileceği depremin büyüklüğü en fazla 6,3 olur. Ecemiş kırığının Akkuyu Termik Santrali’ne uzaklığı yaklaşık 50 km. Buradan alınacak ivme, yapıda alınabilecek önlemlerin çok altında olacağından güvenliği sarsıcı olmayacaktır. Yukarıdaki Pozantı-Karahisar kırığı ve Tuz Gölü kırığı da Akkuyu için bir çekince değildir. Buradan kalkarak Akkuyu Termik Santralini irdelemek bence bilime ters düşer. Onlar tehdit değildir.
Gerçek tehdit nedir peki?
Gerçek tehdit Osmaniye ve Antakya’dan geçen Ölüdeniz kırığıdır. Ölüdeniz kırığı yeryüzünün en büyük depremlerini üreten bir kırıktır.
Prof. Tolga Yarman: O günlerde biz evet derken bu olasılık da çalışılmamıştı. Dolayısıyla bu olasılık nedeniyle de kesinlikle vazgeçilmesi gerekir Akkuyu’dan... Bu da yeni bir ölçüt olarak karşımıza çıkıyor.
Prof. Ahmet Ercan: Ben bunun haritasını da yaptım 2010 yılında. Ölüdeniz kırığıyla, Kıbrıs yayı ve Doğu Anadolu kırığının birleştiği yer, İskenderun Körfezi, özellikle de Çukurova’dır. Çukurova’yı çukur yapan bu 3 ana kırıktır. Bunun gözönüne alınması gerekiyor. Bakın Fukuşima üretim evi deprem odağının tam 250 km uzağındaydı. 250 km uzakta oluşan bir deprem oradaki boruları kırdı ve atık havuzunu etkiledi. Ayrıca süpürtü (tsunami) dalgaları oluşturdu. Benzer bir olay Akkuyu’da da olabilir.
Akkuyu’nun Ölüdeniz kırığına uzaklığı sadece 190 km. Yani Fukuşima’dan daha yakın... Ölüdeniz kırığının yaratabileceği depremler ise yaklaşık 7,5 büyüklüğünde. Ayrıca depremler siyasi sınır tanımaz. Suriye, Lübnan ve Kıbrıs’ta olacak depremler de bizi etkiler. Ölüdeniz kırığında, Lübnan’da, Akka’da, Laskiye’de ve Antakya’da 7,5 büyüklüğünde depremler olmuş ve bunlar 250 bin kişiyi öldürmüştür. Oluşan süpürtü dalgaları Antalya’ya, Fethiye’ye, Kaş’a, Rodos’a, Girit’e kadar ulaşmış, Kıbrıs’ın tamamını süpürmüştür. Bazı yerlerde bu dalgaların yüksekliği 10 metreye kadar varmıştır ve tarihi kayıtlara göre on binlerce kişi ölmüştür. Ben ‘Türkiye’deki süpürtü dalgalarının sakıncaları’ çalışmamı 2010 yılında bitirdim ve Uluslararası Jeofizik Kongresi’nde de sundum. Bütün denizler için bu çalışmayı yaptım. Dolayısıyla burada korkulacak Ecemiş kırığı değil, Kıbrıs yayı, Ölüdeniz ve Doğu Anadolu kırığının kavşağıdır. Aynı zamanda sınırlarımız dışında olabilecek Suriye ve Lübnan depremleridir. Mesela Kıbrıs yayında olan depremlerden biri Akkuyu’ya sadece 40 km uzaktadır. Baf’ta ve Limasol’da olan depremlerin büyüklüğü 7,5’a kadar varmıştır. Bunlar aynı zamanda süpürtü dalgası üretmiştir.
7,5 büyüklüğündeki bir deprem 10 metrelik tsunami dalgaları oluşturur mu?
Tabii oluşturur. Bugüne kadar oluşturduğu kaynak noktasındaki süpürtü dalgaları belgelere göre 1-4 metredir. Ama girintilere girince süpürtü dalgaları 10-12 metreye kadar çıkabilir.
En son bu bölgede böyle büyük bir deprem ne zaman olmuş hocam?
1822’de...
Bugün böyle bir deprem olmayacak denemez herhalde?
Tabii denemez...
Peki illaki nükleer santral kuracağız denirse nereye kurulmalı hocam?
Tolga Hoca’yla biz biraz koşut olarak bu işe girdik. Onun bir nükleer mühendis olarak benim de bir jeofizik mühendisi olarak söylediklerimiz birbirleriyle çok pekişti, örtüştü. Bir jeofizik mühendisi olarak bana Enerji Bakanımız ve Başbakanımız sorsalar, “Biz bunu kıyılardan almak istiyoruz ve mutlaka da kurmak istiyoruz. Pahalı olsun ya da olmasın önemli değil” deseler benim önerebileceğim iller şunlar olur; ilki Yozgat, ikincisi Ankara’da Nallıhan ya da Beypazarı.
Konya da güvenli görünüyor...
Önermem, orası da bir turizm kenti... Ama Karaman’ı önerebilirim.
Orası da Akdeniz’e yakın ama...
Ben sadece süpürtü dalgalarının çekincelerinden ve deprem büyüklüğünden yola çıkarak bu yerleri öneriyorum. Diğer güvenli yerler ise Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin, Şırnak, Siirt, Batman. Hatta çok ileri olsa da Iğdır’ı da dahil edebiliriz. Ermeniler nasıl bizim gözümüze sokar şekilde nükleer santral Metsamor’u yaptılarsa ben de onların gözüne sokar şekilde Iğdır’ın kırıklardan uzak bir yerine kondururum nükleer santrali. Bu illerde yaşayanlar sakın bana gücenmesin. Ahmet Ercan bizim üzerimize bir çekirdek güresi (nükleer enerji) üretim evi yolluyor diye... Eğer ille de inatları varsa siyasetçilerin oralar olabilir diye yol gösteriyorum bilim adamı olarak. İlle de yapılsın demiyorum.
Güvenli nükleer santral kurulabilir mi hocam? Hiçbir problem olmadan...
Şunu söylemezsem bilim namusundan uzaklaşmış olurum. Bugüne kadar nükleer santrallerde üretilen 400 bin megawatt kadar bir nükleer güç var yeryüzünde.
Bunu bizim anlayabileceğimiz gibi ifade edebilir misiniz?
400 Keban Barajı kadar yani... Dünyada elektrik üretiminin 6’da 1’i nükleer enerji üretimi yoluyla sağlanıyor. Bu santrallerden ise şimdiye kadar 4 bin megawatt, yani yüzde 1 fire olmuş.
Yani Çernobil, Three Mile Island ve Fukuşima ile... Öyle mi?
Evet. Yalnız şurası çok önemli, bu özel kazalar bütün güvenlik önlemlerinin dışında, havsala ötesinde gerçekleşmiştir. Tabii başka ufak tefek kazalar da yok değil. Yüzde 1 fire verilmiş dedim. Yani yüzde 90’ın çok üzerinde pırıl pırıl işlev sürdürülmüş. Ama... Hâlâ daha nükleer atık sorunu çözülmüş değil. Sonra bu büyük kazalar nükleer enerji üretimine öyle bir darbe vuruyor ki!..
Nükleer enerji yatırım grafiği 1970’lerin başında birinci petrol kriziyle yükselmeye başlıyor, ikinci petrol kriziyle daha da dik yükseliyor, sonra yatıyor. Ondan sonra nükleer atık sorunu, verimlilik giriyor gündeme, talebin o kadar yüksek seyretmeyeceğine dair yeni bir felsefeyle karşı karşıya kalınıyor, nükleer enerji üretiminde algı hasarı peydahlanıyor, sökülme sorunları gündeme geliyor ve nükleer santraller ciddi olarak gözden düşüyor. Onun için hâlâ şu kadar yerde nükleer santral kuruluyor gibi değerlendirmeler fevkalade arızalı.
Nükleer atıklar için Amerika 10 milyar dolarlık bir tesis yapmıştı...
Evet. Ben nükleer kabristan diyorum ona. Ama henüz bu tesise bir tek nükleer mevta gömülmüş değil. Çünkü çevredeki halkı ikna edemiyorlar. Çölün ortasında, toprağın altına gömecekler. Ama kimse ikna olmuyor. Demek ki, göreceli olarak bakıldığında oldukça başarılı sayılabilecek bir nükleer enerji karnesi var ama yüzde 1’lik dilim içinde öyle beklenmedik facialar meydana gelmiş ki, bu tüm algıyı hasara uğratmış.
Algı bir tarafa Fukuşima’nın etkisi ne olur insanlığa?
Fukuşima da Çernobil noktasına geldi, onu diyeyim. Henüz onu aşmadı ama o noktaya geldi. Mesela nükleer santralin dış güvenlik kabuğunun 8 atmosfere dayanıklı olması söz konusu, 6-7 atmosfere kadar çıktı. Onun için hababam dışarıya istim koyuveriyorlar. Yani radyoaktivite! Yoksa Japonya’dan Amerika’ya kadar giden radyoaktif atıklar başka türlü gidiyor değil.
Yani düdüklü tencerede olduğu gibi?
Evet. Çernobil’i kontrollü olarak ufak ufak dışarıya salıyorsun. Bir anda patlamasın diye. Tabii yalnızca Japon halkını etkilemiyor bu nükleer istim koyuverme, binlerce kilometre uzaklara da ulaşıyor rüzgârla...
Önümüzdeki on yılda nasıl bir tablo ortaya çıkar bölgede?
Bugün Japonlar kendilerine yeni bir yurt arama noktasına geldiler. Bu facia şu ana kadar yeryüzünde olmuş en büyük nükleer faciadır. Çünkü şimdiye kadar hiçbir mevkide 3 reaktör birden aynı etki uzantısında bu resmi vermedi. 200 bin insanı şimdiden tahliye ettiler. Bu sayı daha da artar... Çünkü bu reaktörlerde mox yakıtı var. Mox yakıtı, içinde plütonyum bulunduran yakıt demek. Plütonyumun yarı ömrü ise 25 bin yıldır. Dışarıya plütonyum saçıldı. Başka çare yoktu, ya Çernobil gibi patlayacak ya da dışarıya ufak ufak vereceksin. Kırk satır mı kırk katır mı noktasında kaldı Japonlar.
Siz daha ilk günlerde “Ben olsam hiç beklemez betonla kaplamaya başlarım reaktörleri” demiştiniz. Nitekim onu yapmaya başladı Japonlar. Bu çare olacak mı peki?
Başka seçeneğiniz yok. Bir şekilde hapsetmeniz lazım. Yalnız bu plütonyum betonu dahi patlatabilir, onu belirteyim. Bakın kim ki bu kazayı Çernobil’in altında tasvir ediyorsa olana bitene nükleer açıdan düzgün bakmıyor demektir. Bu kaza şu anda Çernobil’den de vahim bir kaza.
Şu boyutuyla daha vahim, 3 reaktör birden ergidi ve dışarıya kontrollü olarak da olsa istim salar gibi radyoaktivite salınmak zorunda kalındı. Salınma olmasaydı tehlike çok daha büyük boyutlardaydı. Oradaki topraklar yüzlerce yıl kullanılamıyor olacak. Orada öyle bir puslu bir bölge var ki şu anda... Ne olduğunu söylemek akademik bir çalışma yapmadan mümkün değil. Ama şunu ilk defa söyleme ayrıcalığını taşıyorum, bu hiç akla gelmedi; tsunami geldi vurdu, peki nükleer reaktörlerin yanı başında soğutulsun diye bekletilen nükleer morglarda bulunan nükleer yakıtlara kadar ulaştı mı etkisi, henüz belli değil. Ama etki etmeyecek olma ihtimali çok düşük.
Beklenmeyen derecedeki deprem içeride hangi haltı karıştırdı henüz bilmiyoruz. Nükleer aksamda, kaza senaryoları çerçevesinde öngörülmüş olup devreye girmesi gereken her şey devreye girdi mi bilmiyoruz. Tsunami geliyor, 3 reaktör birden tam susuz kalıyor. Böyle bir facia yaşanmadı. Yedek jeneratörler devreye girmedi. Bir yandan yakıtlarda plütonyum bulunması, dolayısıyla onun kontrollü dahi olsa dışarıya verilmesi uzantısında bir nükleer kirlenmeyle karşı karşıya kalınıyor. Bu reaktörlerin yanı başlarında bekletilen havuzlardaki nükleer morglardaki nükleer mevtaların bir anlamda hortlaması sonucunu beraberinde getirebilir. Ben bu ihtimali bir çırpıda dışlanacak bir ihtimal olarak görmüyorum. Nitekim Amerikan Atom Enerjisi Kurumu ben bunu açıkladıktan sonra böyle bir tehlikenin olabileceğinden dolayı endişelerini ifade etti.
Gerçekten de bundan sonra Kuzey Japonya’da yaşanmaz mı?
En az bir asır orada kalır radyoaktif maddeler. Çok ciddi bir nükleer felaket söz konusu...
Bugün siz başbakan olsanız Türkiye için kararınız ne olurdu?
Her şeyi durdururdum. Çünkü bu hayvanın, yani nükleer reaktörün beklenmedik anlarda ne yapacağına dair bir şey diyemiyoruz artık. Sen iyi bir aslan terbiyecisisin, elinde kırbaç var... Bugünkü teknolojik bilgi birikim ve donanımın da bir kafes olsun...
Bu hayvanı terbiye etmek mümkün değil mi?
Onu der miyim! Nükleer mühendislik hocasıyım ben. Ama her türlü musibet çıkabiliyor. Bu hayvan kafes altında bulunuyor ve sen içine giriyorsun, bugünkü yaklaşımlar itibariyle musibet çıkmaması çok zor.
O hayvanı kafesin içinde eğitmek mümkün mü peki?
Bugün bu teknolojiyi Akkuyu’ya ya da Sinop’a götürmek rezillik bir defa. Bir anda beklenmedik gelişmelerle yüzde 1 ihtimalle bu havyan seni yer! Çünkü 100 hayvandan 1’i seni yiyor, bu çıktı ortaya. Tam ölçü verdim size... 400 bin megawatt var, 4 bin megawatt kafes altında olmasına rağmen bakıcılarını yedi. Bugünkü teknoloji itibariyle 100 hayvandan biri kırbaç altında seni yiyor. Yani tehlike hiç de az değil!
Enerji politikası hakkında halkın fikri hiçbir zaman sorulmaz. Bu nedenle referanduma gidilmesi bana imkansız görünüyor. Reaktör kurulup kurulmaması hakkında benim önerim şu: Bu kararı erkek başkanlar değil, başkanların kadın eşleri versin; özellikle de anne olanlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder