20 Ocak 2013 Pazar

Kış Hastalıklarında İlaç Kullanmadan İyileşmek Mümkün Mü?

Kızım hastayken komodinimizin görüntüsü böyle oluyor :) Sol üstte soğuk buhar makinesi, yanında doğal yağlarımız ki püskürtmeli şişede olanı masaj için kullanıyorum, sağda ön tarafa bal ve yemek için kaşık, sonrasında ağız silmek için ıslak el bezi, ki el bezini gerekirse ağrıyı azaltması için kompres olarak da kullanıyorum, içmesi için pipetli termosta su ve oyalanmak için de bol bol kitap...

Kızım 40 aylık ve henüz hiç ilaç kullanmadı. Üstelik ilk hastalığını 6 aylıkken geçirmişti, 12-14 ay civarında bir ara bronşiolit teşhisi de konuldu ve 3 senedir, her sene 2-3 defa hasta olur (senede 6 defaya kadar hastalanmayı doktorlar "normal" olarak değerlendiriyorlar). 6. ayından bu yana her gün, yaz kış sokaktayız. İnsanlarla bu kadar içli dışlı olan bir bebeğin hasta olmaması zaten mümkün değil.

Yani kızım ortalama her mevsim bir hastalık geçiriyor ama ilaç kullanmadan atlatıyor. Bunu duyan, gören herkes "Ateşi düşürmek için ne kullanıyorsun? Öksürük kesmek için ne kullanıyorsun?" diye sorarak doğal ilaç önerileri bekliyor benden.

Bu yazıda sıradan kış hastalıkları (grip, nezle, üşütme, soğuk algınlığı vs artık adına ne derseniz, viral hastalıklar) konusunda edindiğim tecrübelerimi paylaşmak istiyorum. Ama öncelikle belirtmem gerekiyor ki ben tıp doktoru değilim, tıp konusuna girebilecek hiçbir alanda uzmanlığım yok. Kızımı 1 yaşına kadar her ay, 1 yaşından sonra da ortalama 6 ayda bir doktora götürdüm. Kızım normal kiloda ve zamanında doğdu (yani düşük kiloda ya da erken doğmadı); akciğer, idrar yolları ve kulak-burun-boğaz ile ilgili herhangi bir hassasiyeti yok. Yani temel olarak sağlıklı bir bebek. Sadece baba tarafından alerjiye ve dolayısıyla alerjik astıma genetik yatkınlığı var (egzaması olduğunda doktorlar bu tahminde bulunmuşlardı).

Tüm bunları saydıktan sonra da şunu söylemek istiyorum: Ben ilacın her türlüsüne karşıyım. Bir hastalığı önlemek veya tedavi etmek ya da belirtilerini ortadan kaldırmak için her türlü yolla kullanılan maddelere ilaç denir (http://tdkterim.gov.tr/bts/). Ben, kızım hastalandığında haricen kullanılan yağlar haricinde hiçbir tür ilaç kullanmıyorum. Kendimde ise mecburen bazı bitkisel ilaçlar deniyorum.

Neden ilaç kullanımına karşıyım?

Öncelikle söylemek istiyorum ki ben ilaçlara tü-kaka diyenlerden değilim. İlaçların kimyasal mucizeler olduklarını ve insan hayatını da uzattıklarını düşünüyorum. Ama zorunlu olduğu zamanlar kullanılmalılar ki, gerektiğinde bünyeye etki etsinler. 

Neden kızım için ilaç kullanmadığıma gelince, ilk nedenim kendi bünyem. Annem, beni düzenli olarak çocuk doktoruna götürüyormuş. O da sağ olsun sık sık antibiyotik reçete ediyormuş. Diş minelerim kullandığım antibiyotiklerden dolayı sapsarıdır şu an. Ayrıca çok sık hasta olurum, hastalıklarımı da çok ağır geçiririm. Vücudum kendi kendini iyi etme yeteneğini kaybetmiş ne yazık ki... Ve en büyük korkum, antibiyotiklere bağışıklık kazanmış olmak... Eğer ileride gerçekten ağır bir hastalık karşısında antibiyotik kullanmak zorunda kalsam, vücuduma etki etmemelerinden çekiniyorum:

"Antibiyotiğe karşı oluşan bağışıklık, ilaç artık bakterilere karşı işe yaramamaya başladığında ortaya çıkar. Bu gibi rahatsızlıklarda tedavi zorlaşır, iyileşme süresi uzar ve daha uzun ve pahalı tedavilere başvurmanız gerekebilir. Hatta öyle ki bazı enfeksiyonlar ölüme kadar götürebilir. Uzmanlar bakterilerin bağışıklık gösteremeyeceği antibiyotikler oluşturmaya çalışsa da bu organizmalar yeni antibiyotiklere çabuk adapte olabilirler. Örneğin MRSA adlı bir bakteri bir zamanlar sadece hastanedeki hastaları etkilemekteydi, fakat bu bakterinin ilaca bağışıklık kazanan yeni bir formu artık tüm insanlarda enfeksiyon oluşturabilmekte." (http://www.ilacpedia.com/makale/antibiyotikler-yanlis-kullanimi-sizi-ve-cevrenizdekileri-riske-sokar). 


Antibiyotik direnci diye internet üzerinde arama yaparsanız, korkumun nedenini anlayabilirsiniz. Örnek bir bilimsel yazı için bkz. http://www.cocukenfeksiyon.org/sayilar/2/33-38.pdf

Kızımın bu tür bir riskle karşı karşıya kalmasını istemiyorum. O nedenle antibiyotik kullanmıyorum.

Antibiyotik direnci ispatlanmış bir bilimsel gerçek ama ben diğer ilaçlar için de aynı durumun söz konusu olduğunu düşünüyorum. Örneğin ömrü boyunca dağ başında bir köyde büyümüş ve ilaç kullanamamış bir insan, başı ağrıdığında bir tane aspirin alsa, ağrıyı geçirmekte yeterli geliyor. Oysa bizim gibi çocuk aspirinlerini şeker gibi içen bir nesil, kutu kutu aspirin içse hiçbir fayda göremez. Aynı şekilde düzenli ağrı kesici ya da spazm giderici kullananlar da gitgide aynı etkiye ulaşmak için doz arttırmak zorunda kalmaktadırlar. Buna "tolerans geliştirme" diyorlar. Kafeine karşı bile tolerans geliştirip, dozu arttırmak zorunda kalabiliyor insan, eğer sıkça kullanıyorsa.


Özellikle çocuğun ilk hastalıklarında ilaç kullanımının bağışıklık gelişimini olumlu ya da olumsuz yönde etkileyebileceğine de inanıyorum. Şöyle izah edeyim: Bebek hasta oluyor. Onu hasta görmekten tedirgin olan yetişkinler kaptıkları gibi soluğu doktorda alıyor. Doktor elbette biliyor ki viral bir hastalığı ilaçla iyileştirmek mümkün değil. Hani "ilaçla bir haftada, ilaçsız yedi günde geçer" derler, o hesap. Ama panik içinde kucağında ateşi olan ve öksüren, burnu akan, huzursuz, yemek yemek istemeyen vs bebeği ile gelen aileye (zira genelde çocuk; ana-baba, anneanne, babaanne, dedeler, halalar, amcalar vs hep beraber götürülür doktora) "Yapacak bir şey yok, eve gidip hastalığın bitmesini bekleyin" diyen hiçbir doktor Türkiye'de iş yapamaz. Hem hasta kaybeder, hem de adı kötü doktora çıkar. O nedenle zararının en az olduğunu tahmin ettiği semptom, yani hastalığın belirtilerini giderici ilaçlar verir bebeğe. Günümüz doktorlarının hastalığı tedavi etmek yerine, tetkik sonuçlarına karşılık sadece ilaç yazdıklarını sadece ben değil, doktorların bizatihi kendileri söylüyorlar: http://www.ahmetrasimkucukusta.com/2013/01/18/etibba-diyor-ki/17449/

Anne, bebeğe bu ilaçları kullanınca kendisini her şeye muktedir hisseder. O kadar ki çoğunlukla 1-2 hastalıktan sonra bebeği doktora götürmeye bile gerek kalmaz. Zaten her anne, her semptomu yok edecek ilacı bilir artık. Ateşi düşürmek için hangi ilaç, kaç saatte bir kullanılmalı; hangi ilaç öksürüğü keser, hangi ilaç balgam atmayı kolaylaştırır, hangi sprey burnu açar, hiç ilaç kullanmamış ben bile biliyorsam, tüm anneler biliyor demektir...

Ama sorun şudur ki, hastalığın semptomlarının giderilmesi, hastalığın bittiği anlamına gelmez. Yani çocuk artık öksürmüyor diye, içindeki mikrobu attığı ve hastalığı sonlandırdığı düşünülmemelidir. Sadece ilaçlar nedeniyle öksürememektedir.

Vücuda bir mikrop girince insan vücudunun çok az savaşma yöntemi vardır:
  • Vücut ısısını yükselterek mikropları öldürür.
  • Boğaza yerleşen mikropları öksürerek vücuttan dışarı atmaya çalışır.
  • Akciğere ya da nefes borusuna yerleşen mikropları balgam üreterek atmaya çalışır.
  • Burna, genze yerleşen mikropları sümük salgılayarak vücuttan atmaya çalışır.
E, şimdi biz kendi kendisine iyileşmeye, mikropları öldürüp kendisinden uzaklaştırmaya çalışan vücudun tüm bu savunma yollarını kesersek, yani ateş düşürücü ile ateşi düşürüp, balgam seyreltici ile balgamlı öksürüğü keser, öksürük kesici ile öksürüğü toptan keser, burun spreyleri ile burun akıntısını da yok edersek, bu vücut mikropları nasıl öldürecek? 

İşte bu nedenle ben kimyasal ya da bitkisel, hiçbir ilaç vermiyorum kızıma. Onun bünyesi sapasağlam. Bu da ona en büyük hediyedir. Bu hediyenin kıymetini biliyorum ve bağışıklığını ellerim ile güçsüzleştirmek istemiyorum. Atlattığı her gripten sonra biliyorum ki artık o virüse ve türevlerine karşı bağışıklığı var ve bir daha aynı tür virüsle karşılaştığında hasta olmayacak. Her hastalığı, onun için bir hediye. Her hastalıkla birlikte, başka bir tür virüse karşı daha bağışıklık kazanıyor. Ve muhtemelen ileriki yaşamında, tıpkı babası gibi hiç hastalanmayan, sapasağlam bir insan olacak. Ben 1,5 aydır öksürüyorum. Kızım da aynı hastalığı 3 hafta sonra benden kaptı. İkimiz de yorgan döşek yattık, hastalığın ilk haftası. Çok çok ağır geçirdik. Üstelik maaile aynı yatakta yatıyoruz. Eşim ne benden, ne de kızımızdan hastalık kaptı. Belki de kaptı ama hastalandığını bile anlamadı. Çünkü o, ilaç kullanmadan büyütülen çocuklardan. Bağışıklık sistemi sapasağlam. Annesine ne kadar minnettar olsa azdır. Umarım kızım da ileride bu yazıları okursa, onun için verdiğim savaşı anlar... Çünkü bir annenin, hasta olan çocuğunun başında durup da hiçbir şey yapmadan sadece seyirci kalması, gerçekten çok çok zor bir imtihan...

Kızım hastalandığında sadece rahatlatmak adına şunları yapıyorum:
  • İstediği kadar, kuralsız emziriyorum. Özellikle hastalığı benden kapmışsa, benim vücudumda hastalığa karşı oluşan antikorlar, süt yolu ile kızıma geçip, doğal bir ilaç vazifesi görüyorlar.
  • Yemek yemek istemezse, asla zorlamıyorum (Hasta olan hiçbir canlı yemek yemez. Zira bünye hazım için enerji harcamak istemez; tüm enerjisini mikroplarla savaşmaya harcamak ister. Ayrıca orucun, yani yemek yememenin hastalık iyileştirici etkisi olduğu da savunulmaktadır: http://uzuncorap.com/2013/01/03/gunde-kac-ogun-yemeli/)
  • Kasları, eklem yerleri vs ağrıyorsa, eklem yerlerine ıslak havlu koyuyorum ve doğal yağlarla masaj yapıyorum. Bunu ateşi düşsün diye değil, sadece ağrıları geçsin diye uyguluyorum.
  • Sık sık banyoya sokuyorum. Ben kendim de banyo yapmadan iyileşemem. Ilık banyo vücudu rahatlatır. Ayrıca terle birlikte atılan atıkları da suyla birlikte vücuttan uzaklaştırmak gerekir. Eğer kızımı yıkayamıyorsam, çok halsizse, o zaman sirkeli ya da sadece sıcak suyla ıslattığım bir bezle vücudunu siliyorum. Bu da ateş düşürmek için değil, sadece cilt yüzeyini temizlemek için... Ama mesela nezle ise, burnu rahatlatmanın en iyi yolu yıkanmak. Kafadan aşağı su döktükçe sinüsleri boşalıyor, sümük salgısıyla beraber mikroplar da atılıyor ve burnu açılıp, rahat nefes aldığı için çok daha rahat uyuyor. Burnu açık olduğunda, öksürüğü de azalıyor. Ayrıca su, vücuttaki elektriği de atar. Zaten kızım hasta olsun olmasın, gece yatmadan önce, ya duş aldırırım, ya da ellerini, ayaklarını ve yüzünü yıkarım. Kendim de bu şekilde yıkanırım. Çünkü vücuttaki elektrik en çok sivri, uç bölgelerde birikir. Suyla elektriği atınca, insan rahatlıyor, gevşiyor, uyuması kolaylaşıyor...
  • Burnunu açık tutmaya çalışıyorum. http://sormabulmadunyasi.blogspot.com/2011/01/tkal-burun-nasl-aclr.html .
  • Bol bol sıvı teklif ediyorum. Teklif var, ısrar yok! Sürekli yanında su, portakal suyu, ballı bitki çayları, ayran, kefir vs içiyorum. Ona da küçük bardaklarda teklif ediyorum (büyük bardaklar gözünü korkutabiliyor, bitirebileceği miktarda görünce daha kolay içiyor). Çekici gelsin diye içine pipet koyuyorum vs. Bunlar da ilaç niyetine değil. Yani bir ilacın, ilaç etkisi gösterebilmesi için belirli bir miktarda tüketilmesi lazım. Mesela bir ağrı kesici, sekiz parçaya bölünüp de bir parçası içildiğinde etki etmez. Aynı şekilde ilaç niyetine, mesela ıhlamur içilecekse, belli bir miktarda içmek gerekir. Ben verdiğim hiçbir bitkiyi, ilaç etkisi yaratacak şekilde fazla miktarda vermiyorum. Biraz ıhlamur, biraz adaçayı, biraz haşlanmış meyve çayları vs vs. Yeter ki sıvı alsın. Sadece su içildiğinde, insanın içebileceği belli bir miktar var. Ötesini hem insanın canı istemez, hem de böbrekleri yorabilir. O nedenle değişik türde sıvılar teklif ediyorum.
  • Soğuk buhar makinesi ile odayı sürekli nemlendiriyorum. Yazın pek sık hasta olmaz kızım. Olduğunda da zaten cam pencere açık oluyor. Ama eğer klima çalışıyorsa, yazın da soğuk buhar makinesini çalıştırıyorum. Makinenin içine okaliptüs yağı (cold mix) ya da ada çayı (acı elma) yağı damlatıyorum. Hem antibakteriyel etkileri var, hem de burnu açıyorlar.
  • Öksürdüğünde bal teklif ediyorum. Macun kıvamında ve yendiğinde boğazı yakmayan bir Alman balı var. Onu kullanıyorum. Kızım geceleri öksürdüğünde uyanıp, kendiliğinden bal istiyor. Bal, aynı zamanda antibakteriyel olduğundan, boğazdaki mikroplarla da savaşılmasını kolaylaştırır. Balın doğal bir öksürük ilacı olduğuna ilişkin bkz. http://www.ahmetrasimkucukusta.com/2012/08/07/yazilar/tip-yazilari/astim/en-etkili-ve-en-zarasiz-oksuruk-ilaci/
  • Boğazı ağrıyorsa, ağrıyan bölgeyi defne yağı ile ovuyorum. Öksürüğü uyutmayacak kadar fazlalaştığında da sırtını defne yağı ile ovup, sıcak havlu koyuyorum. Ya da bunu yapmama izin vermiyorsa; ayaklarının altını, özellikle topuklarını defne yağı ile ovuyorum.
  • Üstüne hafif ve rahat kıyafetler giydiriyorum. Soğuk kış günlerinde bile bol penyeler giydiriyorum. Annelerimizden kalma bir alışkanlık ile terlersek iyileşeceğimizi sanırız. Oysa terlediğimiz için iyileşmeyiz, bilakis iyileştiğimiz için terleriz. Yani vücut ısısı yüksekse, ateş düşünce vücut da terler. O nedenle doğal olarak terlemediğimiz sürece, zorla, sıkı sıkı sararak terlemenin hiçbir anlamı yoktur, vücudu boş yere yorar. Bu nedenle çocuğa ince ve rahat kıyafetler giydirmek gerekir. Özellikle çorap da giydirmem ki kan dolaşımı olumsuz etkilenmesin. Ancak hastalık nedeniyle, tüm vücudu cayır cayır yanarken, el ve ayakları buz gibi olabilir. Bu durumda da en iyi çare sıcak su torbası... Kızım tüm kış boyunca sıcak su torbası ile yaşıyor zaten evin içinde. Hastalandığında da en iyi arkadaşı gene sıcak su torbası oluyor.
  • Şımartıyorum. Her ne isterse hemen yerine getiriyorum. Zaten hasta çocuk pek de fazla bir şey istemiyor. Salona bir hasta yatağı yapıyorum. İstediği kadar çizgi film izlemesine izin veriyorum. Hatta televizyonun karşısında, salonda uyumasına da ses çıkarmıyorum. Herkes hastalanınca biraz şımartılmak istemez mi?
  • Dışarıya çıkartıyorum. Oksijen hastalıkların iyileşmesini hızlandırıyor. Soğuk hava tıkalı burnu açıyor. Nasıl yapıyor, tam emin değilim ama sanırım soğuk hava kılcal damarların büzülmesine neden oluyor, yani viksin ya da okaliptüs yağının yaptığı etki gibi bir etki yaparak tıkalı burnu açıyor. Ayrıca herkes bilir ki sıcak havada burun daha çok akar, soğukta burnun akması durur. Daralan nefesi de açar serin hava. Ayrıca Güneş, yani D vitamini de hastalıkların iyileşmesinde etkilidir. Son olarak yazın denize girmesini de teşvik ederim. Hem banyo yerine geçer, hem de kafasını suya sokarsa, sinüsleri de boşalmış, burnu rahatlamış olur. Gece birden ateşi yükselen ve hafif baygınlaşan çocuğu kendine getirmenin en iyi yolu, bir battaniyeye sarıp balkona ya da kapı önüne çıkarmaktır.

    Macun kıvamındaki Alman balı, sağda acı elma yağı (adaçayı elması yağı) ve solda defne yağı.

    Son olarak eklemek istiyorum ki kızımı düzenli olarak aynı doktora götürüyorum. Ancak doktorumuza ateşten kormadığımı, ateşin ve öksürüğün faydalarını bildiğimi, beni rahatlatmak adına hastalık semptomlarını gidermek için ilaç vermek zorunda olmadığını söyledim. Söylemekle yetinmedim, davranışlarımla da bunu belli ettim. Kızımı bir kere bile acile götürmedim, "Çok hasta" diyerek erkene randevu almaya çalışmadım, doktorumuzu bir kere bile cep telefonundan aramadım. Doktorumuz da her hastalıkta bana verdiği ilaçların neye yaradığını, kullanırsak ne işe yarayacağını, kullanmazsak ne olacağını tek tek anlatıyor. Şimdiye kadar da hep kullanıp kullanmama kararını bana bıraktı. Mesela bronşiolit teşhisi koyduğunda ilk defa antibiyotik yazdı ve "Zatüree salgını var, önlem olarak yazıyorum" dedi. Önlem olarak yazdığı için, kızımın da gayet keyfi yerinde olduğu için bir hafta bekleme kararı aldım ve kızım kendiliğinden iyileşti. Ama eğer ben doktorumuzu bu şekilde rahatlatmış olmasaydım, doktorumuz kucağında hasta bebeği ile durmakta olan anneye "Bebeğiniz bir hafta daha hasta beklesin, bakalım zatüree mi, değil mi?" diyemezdi. Yani ilaç yazan doktorlara kesinlikle suç bulmuyorum. Sistemin ve insanların beklentilerini karşılıyorlar. Eğer kendi hastalığımızın ya da çocuklarımızın hastalığının sorumluluğunu biz yüklenmezsek, doktorlar neden yüklensinler ki?..

    "Bizi yoran ve bitkin düşüren sadece hastalığımız değil, hastalığa tahammül edemeyişimizden kaynaklanan sabırsızlık, endişe ve korku halidir." (J.J. Rousseau, Emile "bir çocuk büyüyor", 11. Baskı, Selis Kitaplar, İstanbul, 2011, s. 17)

    Hiç yorum yok:

    Yorum Gönder