14 Ekim 2011 Cuma

Türkiye'de sınıf farklılıkları neye göre belirleniyor?

Sınıf farkı gözetmeyen milli yiyeceğimiz: Simit :)

Orta sınıf bir aileden geliyorum. Daha doğrusu, küçükken kendimi Türkiye çoğunluğunun tabi olduğunu düşündüğüm orta sınıfa dahil sanıyordum. Sonra büyüdükçe ve kozamdan çıkmaya başladıkça, farklı dünyaların da olduğunu gördüm. Gördüklerimden utandım ve kendimi üst-orta sınıfa mensup olarak nitelendirmeye başladım. 

Yalnız burada meydana gelebilecek bir yanlış anlaşılmayı da düzeltmek isterim: Yaptığım sınıflama gelir düzeyine değil, yaşam kalitesine aittir. Zira akrabalarımız arasında bizden katbekat zengin insanlar vardı ama bizim gibi yaşamıyorlardı. Biz lüks bir semtte kirada oturuyorduk. Bir köpeğimiz vardı ve köpeğimizi de tavuk etiyle besliyor, o seviyor diye özel susamlı kurabiyelerden alıyorduk. Akrabalarımızdan biri bir gün benim yanımda: "Fakirin çocuğu olacağına, zenginin köpeği ol. İşte böyle el üstünde yaşarsın" demişti. Annem hiç istifini bozmadı, gülümsedi geçti her zamanki gibi ama ben çok şaşırmıştım. Kendimizi zengin olarak görmüyordum hiç. Eve dönünce annemle konuştuk. Annemin söylediklerini asla unutmam: "Kızım biz babanla sabahtan akşama çalışıyoruz. Kirada oturuyoruz ve henüz bir arabamız yok. O konuşan akrabam ise artık çalışmıyor. Çalıştığı süre içerisinde 5 katlı bir bina yaptı. Binanın her bir katında bir evladı oturuyor. Boş kalan daireler ise kirada. Çocuklarının gelirleri de aileye katılıyor. Sahibi oldukları arabaları saymıyorum ama bir de çalıştırdıkları taksileri var ki (o dönem) plakasının ederi 1 trilyon lira. Ama bırak hayvanları beslemeyi, çocuklarına süt almaya bile paralarının olmadığını söylerler", demişti. Zaten görüntü olarak da o kadar yoksulluk içerisinde yaşıyorlardı ki sahip oldukları servet beni şaşırtmıştı. O zamanlar işte zenginliğin sahip olunan mallar ile ölçülmemesi gerektiğini anlamıştım. Biz gerçekten de onlardan çok daha zengindik.

Sonraları kelimenin gerçek anlamında zengin insanlarla tanıştım. Akrabalarım arasında da çok zengin olanlar vardı. Farklı bir dünyada yaşıyorlardı. O dünya da ilgimi çekmedi. Onlar da tıpkı diğerleri gibi mala fazla önem veriyorlardı. Birbirlerinin takılarına, kıyafetlerine, arabalarına, evlerine, mobilyalarına bakıyorlardı ve bu durum beni çok rahatsız ediyordu. Belki gittikleri, gezdikleri yerler çok kaliteliydi ama hep diken üzerinde oturman gerekiyordu. O dünya da ilgimi çekmedi.

Ben akademik hayatı tercih ettim. Sahip olduğum özelliklerle özel sektörde çalışsam şu anda aldığım maaşımın 4 katını alırım. Ama hayata bir kere geliyorum ve sevdiğim işi yapmak istiyorum. Yani para ve mal varlığı benim için ancak ihtiyaçlarımı karşıladığı oranda önemli oldu.

Bu kadar lafı da niye ettim, bana tüm bunları hangi olay düşündürdü? Kızımın 2 yaş genel sağlık kontrolü için doktora gittik. Doktorumuz parasal anlamda zengin, üst gelir sınıfına hitap eder bir doktor. Ama genç yaşında profesör olmuş ve ileri yaşına rağmen hala haftanın 6 günü çalışan, işine aşık, çocuklara aşık, bilgili ve tecrübeli bir doktor. Hem benim hem de annemle eşimin içine siniyor. Üstelik diğer doktorlar 15 dakikada bir randevu verirken, bu doktorumuz 30 dakikada bir randevu veriyor; yani kızıma ve bize daha fazla vakit ayırıyor. Gerekirse ağlamasının dinmesini beklemeye zaman oluyor. Ayrıca muayenehanesi tüm apartman dairesini kaplıyor ve salonu baştan aşağı oyuncak dolu. Kızım oradaki oyuncaklarla zaman geçirmeye bayılıyor. Ayrıca kızımı (çok şükür) sık sık doktora götürmem de gerekmediğinden, doktora verdiğimiz para da gözüme batmıyor.

Her neyse, kontrol sırasında yavaş yavaş memeden uzaklaştırmaya çalıştığım kızıma bir de doktorumuzdan destek gelsin diye: "Boyu ve kilosu yeteri kadar ilerlediğine göre artık kızım abla olmuş sayılır değil mi Doktor Teyzesi? Bu durumda artık meme emmesine de gerek yok, öyle değil mi?" dedim. Doktorumuz da hemen bir hikayeye başladı: "Evet, tabii ki. Bir Diş Perisi var, biliyor musun? 2 yaş doğum gününden sonra tüm memeleri kesiyor." dedi. Kısa bir şok geçirdim. Kızıma peridir, cindir filan anlatmam zaten. Keloğlan'dan bile hazzetmem ama Diş Perisi daha da yabancı kızıma. Üstelik de memeleri kesiyormuş... Kızımın da benim de yüzümüz değişti bir anda. Doktorumuz bu durumu fark etti ama hikayeye de devam ediyor bir yandan: "Sonra bir dükkana gidiliyor. Yeni meme alınıyor. Kasadan geçtikten sonra bir bakılıyor ki Diş Perisi yine kesmiş memeleri." Derken ben durumu aydım: "Biz" dedim "Emzik emmedik hiç, Doktor Teyzesi. Bırakmak istediğimiz meme, annenin memesi". Hepimiz rahatlayıp gülmeye başladık bir anda. Doktorumuz emziriyor oluşuma sevindi, 3 yaşına kadar emzirmemde bir sorun olmadığını ve her ikimizin de rahat olduğu bir dönemde memeyi bırakmaya çalışmamızın daha doğru olacağını söyledi.

Kadıncağız haklı. Notlarına göz gezdirmeden konuşmaya başlamıştı. Oraya gelen annelerin hemen hepsi çocuklarına emzik veriyorlar ve geçen gidişimizde söylediğine göre de, an itibariyle hastaları arasında en uzun emziren anne de benim sanırım. Ama onun haricinde doktorumuzun, benim de kızımın da Diş Perisi'nden bihaber olabileceğimizi aklına bile getirmemiş olması çok ilginçti. Demek ki oraya gelen tüm anneler ve çocukları Diş Perisi'ni biliyorlar. Hangi kültürden geliyor ki bu insanlar? Ben mi farklı bir noktadayım, anlayamadım.

Bilahare doktorun sekreteri de bana "Anneniz nerede, bu sefer yok yanınızda" dedi. Ben de "Evde salça yapıyor, mevsimi kaçırmamak için, gelemedi bu sefer "dedim. Kadın şok geçirdi. "Aaaa, nerelisiniz siz?" diye sordu. Ben de "İstanbulluyum" diye cevap verdim. Bu cevabı alan pek çok kişi gibi sekreter de kızdığım için bu cevabı verdiğimi sandı. "Hayır, yanlış anlamayın, ben Egeliyim. Bizim oralarda hep salça yapılır ama İstanbul çevresinde ve Marmara bölgesinde salça yapana rastlamadım hiç de, o nedenle sordum" dedi. Yok artık, daha neler, dedim içimden. Bir yandan da kadıncağız acaba güneşte kurutulan salça mı sandı diye düşünüp: "Aslında kastettiğim sizin yaptığınız gibi salça değil de, domates ve biber sosu" diye lafı uzattım :) Ama kadıncağız ısrarla bana daha önce İstanbullu olup da kışlık hazırlık yapan kimse görmediğini söylüyor. "Eh, biz yapıyoruz işte" dedim. Ama kadıncağız fikrini desteklemek için bana: "Ben rende kullanmayı bilmeyen bile gördüm" dedi. Nasıl yani? "Rende kullanmak" mı? Araba mı yahu bu? Baktı ki suratımda anlamaz bir ifade var, açıklamaya başladı: "Bir gün bir bebeğimizin annesi aradı bizi. Çocuğuna vermek için hazırlayacağı meyve püresini bilendırdan geçirip geçiremeyeceğini sordu. Ben de Doktor Hanım'ın özellikle cam rende tavsiye ettiğini söyledim. Ama anne, üzgün bir sesle rende kullanmayı bilmediğini söyledi. Ben de kendisine, evde kullanmayı bilen biri olup olmadığını sordum." dedi. Haydaaaaaa, yok yok, ben kesin farklı bir dünyada yaşıyorum. Demek ki evinde rende bulundurmayan, kendi anne-babasının bile rende kullandığını görmemiş olan bir grup insan var çevremizde.

Gerçi bu tür şeyleri duymak iyi oluyor. Bazen insanlarla konuşurken, herkesi kendim gibi sanıp konuşuyorum. Oysa onlar benden çok daha farklı bir dünyada yaşıyor olabilirler ve söylediklerim onlara çok uzak ve çok anlamsız gelebilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder