19 Aralık 2012 Çarşamba

Buzdolabı Nasıl Kullanılmalı?


İstanbul'da yaşarken sebze ve meyvelerimizi eve haftalık olarak sipariş veriyorduk. Marketten almam gerekenleri de Migros'tan eve sipariş ediyordum. Migros çalışanları kapıya kadar getirdiklerinden, olabildiğince az sipariş verebilmek için, olabildiğince fazla miktarda ürün sipariş ediyordum. Bu durumda da buzdolabım tıka basa dolu oluyordu. 

Sonra küçük bir sahil kasabasına taşındık. En uzak yer 15 dakika yürüme mesafesinde. Haftada bir pazarımız var. Ama pazarda bulunan her ürün, aynı tazelikte manavda da bulunuyor. Bu nedenle pazardan sadece çevre köylülerin getirdikleri, bahçe ürünlerini alıyorum. Onun haricindeki alış verişi günlük olarak manavdan yapıyorum. Markete çok çok nadiren, özel bir ürün aradığım zaman uğruyorum. Bu nedenlerle artık buzdolabım tam da istediğim gibi, içinde sadece serin saklanması gerekli olan malzemeler var. 

Burada görülmeyen üst rafta kahvaltılık malzemeler duruyor. Burada ise ağzı açılmış konservelerim: Biber salçam ve domates konservem. O hafta bitecek olan tereyağım. Eşime ait konservelik sos (aslında evde yapımı çok kolay) ve yeşil zeytinler. Alt rafta Vonalı Celal'den aldığımız turşularımız, bir tane kesik limon ve eşimin yapay yoğurt krizi tuttuğunda aldığımız yoğurt var.

Kışın tüketmek istediğim yazlık sebzeleri konserve olarak saklamayı tercih ediyorum. Konserveleri de buzdolabında tutmak gerekmiyor. Ayrıca örneğin zeytinyağlıları da konserveleyerek saklayabiliyorum. Mesela zeytinyağlı taze fasulyeyi fazla miktarda yapmışsam, sıcakken kavanozlara doldurup, kavanozları ters çevirmek suretiyle konserveliyorum. Fazla uzun bekletmeden 1-2 hafta içinde de tüketiyorum. En uzun 3 ay kadar beklettim sanırım, tadı hala güzeldi ama içinde bakteri filan üremiş midir, bilemiyorum. Ama tahminen, zeytinyağlı yemekler uzun dayanıyor diyerek 1 hafta buzdolabında zeytinyağlı beklettiğimizde de yemek bakteri üretiyordur muhakkak.

Bir alt rafta hala Vonalı Celal'den gelen turşularımız (onlar da bitince dolap tamamen boş kalacak sanırım), köyden hediye gelen alıç ve kuşburnu marmelatları var. Ayrıca az miktarda ev yapımı tarhana ve Karadeniz'den gelen mısır unumuz da var.

Ayrıca artık elektriklerimiz sık sık kesiliyor. Bu nedenle derin dondurucuda da hiçbir şey saklamıyorum. Zira uzun süreli kesintilerde malzemelerin eriyip, yeniden donması mümkün. Bunu da bilemeyeceğimden, hiçbir şey saklamamak daha uygun geliyor. Zaten kasabımız çok yakın. Donmuş eti çözdüreceğime, kasaba kadar gidip et almak daha kolayıma geliyor. Ayrıca zaten saklayacağım her şeyi kurutarak ya da konserveleyerek saklıyorum. Bu nedenle derin dondurucuyu kullanmaya da gerek olmuyor. Her sebzeyi mevsiminde yemeyi severim. Eskiden insanlar bahçelerinde, tarlalarında ürettiklerini yazın tüketemediklerinden, bu üretim fazlalıklarını kış için de saklamaları gerekiyormuş. Ben üretici olmadığımdan kış için onu bunu saklamak bana anlamsız geliyor. Ama bazı sebzeler var ki ya kışın da yemek istediğimden (misal domates) ya da kurusunun tadını daha fazla sevdiğimden (kuru dolmalıklar), bu sebzeleri konserveliyor ya da kurutuyorum. Bazıları ise hediye geliyor ya da satın alıyorum. Mesela kak (kurutulmuş elma) ya da kurutulmuş bezelye.

Derin dondurucumun kapağı :)

Bu da içi: Düşme durumlarında ve dışarı yemek götürürken kullanmak üzere soğutucu pedler, kızımın banyosunu renklendirmek için yaptığım renkli buz, bayatlamış ekmeklerden yaptığım galeta unu ve dondurma makinesi içi.


Ayrıca artık günlük yemek pişiriyorum. Hem öğlen hem de akşam evde yemek yeniliyor (eşim öğlen yemeğine eve geliyor). Bu durumda da pişirdiğim yemekler hemen tüketilebiliyor. Şu aralar dolabımın en tıka basa görüntüsü şöyle:


Bu fotoğraf pazarımızın olduğu Cuma günü çekildi. Ayrıca en olmayacak şekilde 3 çeşit yemeğin hepsi de artmış. Genellikle en azından birisi biter, ama o gün 3 çeşit yemek de dolaptaydı. Ayrıca kefiri de hemen yapar tüketiriz ama nedense o gün kefir de dolaptaymış. Ayrıca çiğ süt kullanıyoruz. Pazartesi ve Cuma günleri geliyor sütçü. Cuma günleri bazen sütlaç yapıyorum. O gün de sütlaç günüymüş :)

En üst rafta pazardan yeni alınmış haftalık peynirlerimiz var. En az üç tür: Beyaz, taze kaşar ve çeçil peynirleri. Ayrıca az miktarda gerçek tulumdan keçi, eski kaşar vs. Artık 1 haftada yiyemeyeceğimiz miktarda peynir ALAMIYORUZ, çünkü bozuluyorlar. Tuzlu beyaz peynirin bile bir haftada bozulduğunu görünce artık paketli peynir alamaz oldum. Arka tarafta da Rusya'dan aldığımız mnik balık konserveleri var. Sağ taraftaki raf eşime ait: Kayseri'den özel olarak getirttiği sucuk ve pastırmalar var içinde.


Üst rafta günlük kahvaltılıklarımız var. Alt rafta turşularımız, kapaklı güveçte yoğurdumuz, sağ taraftaki küçük güveçlerde ise sütlacımız var

Bu rafta sol tarafta artan kefirmiz ve minik tavalarda, çorba, ara yemek ve bulgur pilavından arda kalanlar görülüyor. Bunları nasıl ısıttığımı da yazmıştım: Buharda Isıtma. Resimde görünmemekle birlikte sağdaki turşunun arkasındaki ağzı açık bir plastik kapta karbonat duruyor. Karbonat buzdolabının içindeki kokuyu emiyor. Ayrıca dolapta fazla malzeme olmadığından, çıkan kabın altını silmek, temizlemek için yeterli geliyor. Eskiden ayda bir kere dolabın raflarını boşaltır, yıkardım. Artık gerek kalmıyor, en son ne zaman yıkadığımı hatırlamıyorum bile. Ayrıca eğer dolapta karbonat yoksa, ağzı açık süt ve süt ürünü bekletemezsiniz. Zira süt de bütün kokuyu emer, kendi içine çeker, sütü içerken tüm diğer yemek kokularını da duyarsınız. Oysa karbonat dolaptayken marine ettiğiniz et ürünlerini bile ağzı açık şekilde bekletebilirsiniz, kesinlikle dolap kokmaz ya da başka bir yemeğe etin kokusu sinmez.

En alt iki raf sebze ve meyvelere ait. O gün pazardan aldıklarım, muhtemelen hafta başında tükenmiş olacaklar. Üst rafta bez poşette marul var. Kızım yapraklarını kıtır kıtır yemeye bayılıyor. Yanında çintar mantarı, onun yanında da ıspanak duruyor. İkisi de topraklı olduklarından bez poşetlere koymamışım. Ama o gün itibariyle poşetten çıkıp yıkandılar, paklandılar :) Alt sol rafta bez poşette minik bahçe havuçları ve turpları var. Üstündeki kapta da kırmızı lahana duruyor. Havuçları kızım kıtır kıtır yiyor (boğaza kaçıp çocukları boğarmış diye çocuklarına havuç yedirmeyenler var). Ayrıca havuç ve turp salatası bazen kızıma akşam öğünü oluyor (içine biraz da yeşil zeytin koyuyorum turşu niyetine). Kırmızı lahanayı da kızım kıtır kıtır yiyor. Ama ayrıca tuzlu ve limonlu bekletip, turşu gibi salataya eklediğimde de severek yiyor. Eşim domatessiz yapamadığı için hala domatesimiz var. Akdeniz'de hava hala sıcak olduğundan, pazara gelen köylülerden hala bahçe domatesi bulabiliyoruz. Ayrıca bahçemizdeki ağaçlardan koparılmış limonumuz da var. Sağdaki kapta ise meyveler duruyor. Elma, mandalina ve nar bu mevsimin vazgeçilmez üçlüsü. Ayrıca Trabzon hurması ve armut da var. Meyve yemeyi çok sevdiğimizden bu meyveler de hızla tükenecek. Bir dahaki pazara kadar en az 2 defa daha manavdan meyve alacağım. Meyve ve sebze kaplarının altında normal bez mutfak havluları serili.


Artık buzdolabımız daha boş, daha az çalışıyor ve daha az elektrik harcıyor. Büyük şehirde yaşamamanın avantajlarından sadece biri :)

Not: Yazıyı tekrar okurken farkettim ki böyle pastırmalar, keçi tulumunda peynirler filan yazınca sanki çok pahalı besleniyormuşuz gibi olmuş. Söylemek isterim ki Akdeniz'e taşındıktan sonra bir ayda yaptığım gıda alışverişi, İstanbul'da gıda için bir haftada yaptığım harcamaya eşdeğer. Yani burada özel keçi tulumları filan pek pahalı değil. Ürünleri sıklıkla üretildikleri yerden temin etmek de ucuza kaliteli yiyecek bulmanın bir diğer yolu. Eğer sucuğu Kayseri'den, mısır ununu Karadeniz'den temin ederseniz ucuza gelmiş oluyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder