30 Mayıs 2013 Perşembe

Anne Olmak Kişisel Gelişimi Nasıl Etkiler? "Şua Şua'nın Fablı, Tiyatroyu Keşfeden İnsanöncesi Kadın"



Eğer doğum yapmadan önce okusaydım ve hatta kızım 3,5 yaşındayken okumuş olmasaydım, bu hikayeden şu anda aldığım lezzeti al-a-mazdım muhtemelen. Ama şimdiki halimle hikayeye vuruldum, gözüm yaşararak okudum ve ilk kadından bu yana, anne olmanın hem kişiye hem de insanlığa neler kattığını bir kez daha anladım. Ayrıca hamile kalmak, doğum yapmak, lohusa olmak, eşler arasındaki ilişkiler, emzirmek, bebeğin irade kazanması ve "2 yaş sendromu" veya "Korkunç 3" denen kavramların aslında çocukla değil, anne ile ilişkili olduğu gerçeğini bir kez daha görmüş oldum:

İsa'dan on bin yıl öncesine uzanan antik bir Çin fablı insanöncesi kadın Şua Şua'nın (Xua-Xua) sıradışı tiyatro keşfinin hikayesini anlatır. Bu eski masala göre bu keşfi yapan bir kadındı, erkek değil! Erkekler sadece bu olağanüstü sanatı çaldılar ve çağlar boyunca birçok zamanda da kadınları oyuncu ve hatta seyirci olarak bile dışladılar. Bazı toplumlarda kadın rolleri bile erkeklere tahsis edilmiş ve onlar tarafından oynanmışlardır. Örneğin Şekspir (Shakespeare) zamanında genç erkekler (yetişkin olmayan erkekler) kraliçeleri oynardı! Yunan tiyatrosunda kadınların pasif seyirci olmalarına bile izin verilmezdi... Çünkü tiyatro çok güçlü ve kudretli bir sanattır. Erkekler esasında kadınların keşfettiği şeyin yeni kullanımlarını buldular. Sanatı kadınlar keşfetti. Erkekler ise onun düzenini icat ettiler: Yapıları, oyunları, oyunculuğu.

Şua Şua, kadınöncesinin ve erkeköncesinin dağlardan ovaya, kardan denize dolaştığı, beslenmek için diğer hayvanları öldürdüğü, ağaçlardan meyve ve yaprak yediği, nehirlerden su içtiği, kayalıklardaki derin mağaralarda kendilerini koruduğu zamandan yüzlerce, binlerce yıl önce yaşadı. Bu Neandertal ve Kromanyan'ın gelişinden çok önceydi. Görünüşleri, beyinlerinin ağırlığı ve zalimlikleri ile neredeyse insan olan Homo Sapiens ve Homo Habilis'ten de çok önce idi.

Bu insan öncesi varlıklar, kendilerini daha iyi koruyabilmek için sürüler halinde yaşarlardı. Şua Şua'nın en ilkel dil olan "protomundo"nun bile henüz bulunmadığı hatta sözlü bir dilin bile var olmadığı bu çağda aslında ne böyle ne de başka bir adı vardı. Şua Şua sürüdeki en güzel dişiydi ve Li Peng de en güçlü erkekti. Doğal olarak birbirlerini etkilediler. Birlikte yüzmeyi, ağaçlara ve dağlara birlikte tırmanmayı, birbirlerini koklamayı ve yalamayı, dokunmayı, sarılmayı, sevişmeyi seviyorlardı. Bir diğeri ile birlikte olmak iyiydi. Birlikte.

İki insan öncesi kişinin olabileceği kadar mutluydular.

Bir gün Şua Şua bedeninin değiştiğini fark etti. Karnı büyüdükçe büyüyordu. Karnı büyüdükçe utanmaya ve ona ne olduğunu anlamlandıramayan Li Peng'den uzaklaşmaya başladı. Li Peng'in Şua Şua'sı artık ne fiziksel ne de ruhsal olarak eski Şua Şua'ydı. Birbirlerinden uzaklaştılar. Şua Şua, yalnız kalmayı ve karnını seyretmeyi seviyordu. Li Peng ise diğer dişilerin peşinden gitti fakat asıl dişisi gibi bir tane bulamadı.

Şua Şua karnının hareket ettiğini hissetti. Tam uykuya dalmak üzere iken sağdan sola, soldan sağa kayıyordu. Zaman geçtikçe karnı büyüdükçe büyüdü ve daha çok hareket etti. Li Peng iyi terbiyeli bir seyirci gibi korku ve üzüntü ile onu sadece uzaktan seyretti. Onun akıl erdiremediği eylemlerine seyirci kaldı, harekete geçmeden izledi.

Annesinin rahmindeki Lig Lig Le (henüz bir dil bulunmamış olsa bile çocuğun adı buydu çünkü bu fabl tüm özgürlüklerin serbest bırakıldığı ve hoş karşılandığı eski bir Çin fablıdır) büyüdükçe büyüyordu fakat kendi bedeninin sınırlarını ve limitlerini tanımlayamıyordu. Bedeni derisinde mi bitiyordu? Yoksa içinde yüzdüğü rahim sıvısında mı? Lig Lig Le etrafını saran annesinin bedeninin sınırlarında mı bitiyordu? Dünya bu muydu? O, annesi ve dünya tek vücuttu, o onlardı ve onlar da o idi. Bugün bile çıplak bedenlerimizi su dolu bir küvete, yüzme havuzuna veya denize daldırdığımızda o ilkel duyguları hissetmemizin nedeni budur. Böylece bedenlerimizi tüm dünyayla birleştiririz, Tabiat Ana'yla.

Beden ve dünya arasındaki bu karmaşanın nedeni Lig Lig Le'nin duyularının henüz tam canlanmaması idi. Henüz göremiyordu çünkü gözleri kapalıydı. Koku alamıyordu çünkü o küçük sıkışık hacimde atmosfer yoktu ve nefes alamıyordu. Tat alamıyordu çünkü henüz ağız yolu ile değil göbek bağı yolu ile besleniyordu. Hissedemiyordu çünkü derisi her zaman aynı sıcaklıkta olan sıvıya değiyordu ve onunla kıyaslayabileceği başka bir şey yoktu. Tüm hisler görelidir: Bir sesi algılayabiliriz çünkü sessizliği duyarız, bir parfümün kokusunu alırız çünkü kötü kokuları koklarız.

İşitme, net bir şekilde ortaya çıkan ilk duyusuydu. Lig Lig Le, açıkça kulakları tarafından uyarılıyordu. Sürekli ritimler, periyodik sesler ve rastlantısal gürültüler duyuyordu: Annesinin ve kendisinin kalp atışları, hızla akan kan, mideden gelen sesler ve dışsal sesler. İlk net duyumları akustikti ve bu sesleri uyarlayabilmek için düzenlemesi gerekiyordu. Bu yüzden müzik en eski sanattır, en derin kökeni rahimdedir. Dünyayı düzenlemeye yarar fakat onu anlamaya yaramaz. Doğumdan önce yaratılmış, insan öncesi bir sanattır.

Diğer sanatlar diğer duyguların açığa çıkmasının ardından ortaya çıkar. Doğumdan bir ay sonra bebek, önce şekilleri sonra da detayları görmeye başlar. Ya biz yetişkinler, biz ne görebiliriz? Biz hareket halindeki imgelerin süreğen akışını görürüz. Gündelik yaşamda imgeleri sabitleştirmek ve durdurmak imkansız olduğundan bunun için plastik sanatlara ihtiyaç duyarız. Fotoğraf, sinema, izlenimcilik daha sonra hareketi durdurmak için ortaya çıkmıştır.Bu sanatlar gerçekliği dışarıdan görür. Dans ise aksine organizasyonunu destekleyecek sesleri kullanarak hareketin içine nüfuz eder ve onu düzenler. Üç sanatsal duyu şudur: İşitme ve görme ana duyuları ile oyuncular arasındaki (duruma göre oyuncu ile seyirci arasındaki) dokunma duyusu. Diğer iki duyu, tatma ve koklama, hayvansal yaşamın pratik yönü ile ilgilidir.

Parlak ve güneşli bir gün Şua Şua nehir kıyısında bir çocuk doğurdu. Li Peng hala korkarak ve harekete geçmeden bir ağacın arkasından seyretti.

Bu safi bir sihirdi. Şua Şua çocuğuna baktı fakat anlamadı. Bu cılız, küçük beden kendi bedeninin bir parçasıydı. İçinde durmuştu, şimdi dışarıdaydı ama şüphesiz o kendisiydi. Anne ve çocuk aynı ve tekti. Kanıtı da şuydu ki bu küçük beden (onun bir parçası) memesini emerek büyük bedenle birleşmek ve geri dönmek istemişti. Böylece kendine güven duydu. O her ikisiydi, her iki beden de o idi. Uzakta iyi seyirci Li Peng bunu gözlemliyordu.

Lig Lig Le büyüdü, kendi iki ayağı üzerinde yürümeyi öğrendi, ana-bedendeki süt dışında başka şeylerle beslenmeyi öğrendi. Ve aynı dönemde büyük bedene bazen itaat etmeyecek kadar bağımsızlaştı. Şua Şua çok korkmuştu. Bu, birinin ellerine dua etmesini söylemesi ama onların boks yapmaya başlaması veya bacaklarına oturmalarını söylemesi ama onların yürüyüp gitmesi gibiydi. Onun bu küçük, fakat sevgili parçası tarafından yürütülen bir isyan çıkmıştı. Anne-kendisine ve bebek-kendisine bakıyordu. Her ikisi de Şua Şua idi. Fakat onun bir parçası hileler, yaramazlıklar yapıyor, itaat etmiyordu. Li Peng onları sadece seyrediyordu. Büyük-onu ve küçük-onu seyrediyordu. Mesafesini koruyordu, sadece bakıyordu.

Bir gün Şua Şua uyuyordu. Li Peng meraklanmıştı, çünkü Şua Şua ile oğlu arasındaki ilişkiyi anlayamıyordu ve oğlanla kendi ilişkisini kurmayı denemek istiyordu. Böylece oğlan annesinden önce uyandığında Li Peng onun dikkatini çekti ve ikisi birlikte uzaklaştılar. Başından beri Li Peng kendisinin ve oğlanın iki farklı beden olduğunu biliyordu. Oğlan "öteki" idi, kendisi yani Li değildi.

Li Peng, Lig Lig Le'ye nasıl avlanılacağını ve balık tutulacağını öğretti, oğlan mutluydu. Şua Şua uyanıp küçük bedenini arayıp bulamadığında mutsuzdu. Ağladı ve ağladı. Çünkü bir parçasını kaybetmişti. Çığlıklarının duyulacağını umarak avaz avaz bağırdı fakat Li Peng ve küçük oğlan uzağa gitmişlerdi.

Ne var ki, sonuçta aynı sürüye ait olduklarından bir kaç gün sonra Şua Şua her ikisiyle yani baba ve çocukla karşılaştı. Bebek-bedenini geri almak istedi fakat o reddetti çünkü annesinin bilmediği şeyleri kendisine öğreten babası ile de mutluydu.

Şua Şua kendi bedeninden doğmuş olsa da (o kendisi idi!) küçük bedenin kendi ihtiyaçları ve istekleri olan farklı birisi olduğunu kabul etmek zorundaydı. Lig Lig Le'nin annesine itaat etmeyi reddetmesi onların tek değil iki kişi olduklarını fark etmesini sağladı. Şua Şua, Li Peng ile kalmak istemiyordu. Lig Lig Le istiyordu. Her ikisi de kendi tercihlerini yapmışlardı! Her ikisinin de fikirleri vardı. Her ikisinin de kendi duyguları vardı. Onlar farklı insanlardı.

Bu kabullenme onu kendisini tanımaya itti: O kimdi? Çocuğu kimdi? Li Peng kimdi? Neredeydiler? Karnı bir kez daha şişerse, bir dahaki sefere ne olacaktı? Li Peng'i önceden sevdiği kadar seviyor muydu? O başka dişileri denediğine göre kendisi de farklı erkekleri deneyecek miydi? Bütün erkekler Li Peng gibi yırtıcı mı olacaktı? Peki ya kendisi ne durumdaydı? Aynı mı kalacaktı? Yarın ne olacaktı? Şua Şua kendine bakarak cevapları aradı.

Bu anda tiyatro keşfedildi. Şua Şua'nın bebeği geri alıp onu tamamen kendisine mal etmekten vazgeçtiği an, onun başka birisi olduğunu kabul ettiği, kendine bakıp bir parçasını boşalttığı an. O anda o, aynı zamanda hem oyuncu hem de seyirciydi. O seyirci-oyuncuydu. Tiyatronun keşfi ile bu varlık insana dönüştü.

Tiyatro budur: Kendimize bakma sanatı.

Augusto Boal, "Oyuncular ve Oyuncu Olmayanlar İçin Oyunlar", Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul, 2003, s. XXV-XXXI.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder