28 Temmuz 2013 Pazar

3,5 Yaşında Çocukla Santorini Adası

Romantik manzaraya dalıp gitmiş Kontes...

Kiklad Ada grubunda bulunan Santorini Adası, M.Ö. 1500 civarında, büyük bir volkanik patlama sonucu meydana gelmiş. Ada, mimari yapısı, mavi kubbeli beyaz kiliseleri ve romantik falez manzarası ile ünlü... Santorini aslında 5 adadan oluşuyormuş. Ana ada, Tira'nın nüfusu kışın 15.000 iken yazın 100.000 kişiye çıkıyormuş. Adayı yılda bir milyonu aşkın turist ziyaret ediyormuş.
 
Ada'da büyük gemilerin yanaşacağı bir liman bulunmuyor. Bu nedenle adayı ziyaret eden bir milyonu aşkın turistin her biri, ada yakınına gemilerle geldikleri gibi, gemilerden de adaya botlarla yanaşıyorlar. Botlardan indikten sonra iki ihtimal var: Ya Fira Limanı'na gidip, oradan teleferiklerle yukarı çıkıp, toplu taşıma araçlarını kullanacaksınız ya da ETS Tur'un tur otobüslerinin bulunduğu Athinios İskelesi'ne gidip, oradan tur otobüsleri ile önerilen turlardan birine katılacaksınız.
 
Görüldüğü gibi Fira Limanı (eski liman) denilen yer minicik bir alan. Adayı gezmek isteyenlerin bir şekilde limandan yukarı doğru çıkmaları gerekiyor.
 
 
Biz turla dolaşmayı pek sevmediğimiz için botlarla Fira Limanı'na gittik. Liman'da inince adanın yerleşim olan tepe noktasına çıkmak için 4 ihtimal var: 1. Teleferiğe binmek 2. Eşeğe binmek 4. Eşek yolundan yukarı yürümek 4. Oia Köyü'ne botlarla gitmek...
 
Teleferikte inanılmaz uzun bir kuyruk vardı. Her biri 6 kişilik, 6 adet teleferik 500 küsur basamaklık bir yüksekliğe çıkıp iniyor. Bu sürede de güneşin altında, o sıcakta beklemek gerekiyor. Çıkarken kullanmadık ama inerken Fira'dan teleferiğe bindik.
 
 
Yüzlerce kişi kuyrukta beklerken her seferinde en fazla 36 kişi yukarı çıkabiliyor.
Bir diğer ihtimal Oia Köyü'ne doğru botlara binmekti. Ama bunun için adam başı 20 Avro istediler. Gidilecek mesafe kısa olunca, o kadar para vermek istemedik:

Bot turları şu noktalara gidiyorlardı. Biz adanın kuzeyine gitmek istiyorduk.

Yürüyebilir miyiz diye baktık. Tek yürüme yolu eşeklerin de kullandıkları merdivenli yoldu. Yol zaten çok dik, 500 küsur merdiven çıkmak gerekiyor ve ayrıca eşekler sağa sola sıkıştırıp, itip kakabiliyorlar, ayrıca da yola dışkıladıkları için çok da güzel kokmuyor.


Çıkmamız gereken yüksekliğin aşağıdan görüntüsü...

Yukarı çıktıktan sonra, son merdivenin üzerindeki basamak numarasını çektim...
 
Geriye tek ihtimal eşeğe binmek kalıyordu, biz de denemek istedik. Adam başı 5 Avro verdik (çocuk hariç), eşim kızımızı Ergo Baby ile sırtına bağladı, ikimiz iki ayrı eşeğe bindik (iki erkeğin tek bir eşeğe bindiğini de gördüm, eşek demeyelim de katırdılar sanırım, çok iri ve kuvvetli hayvanlardı). Yukarı çıktığımızda terden sırılsıklam olmuştuk. Bir tarafı uçurum olan 500 küsur merdiveni eşekle çıkmak cidden yorucuydu ama çok zevkliydi. Bir daha gitsem, yine eşekle çıkmak isterim sanırım; eğlenceli bir maceraydı :)
 

Eşekten indikten sonra bu beyaz pantolonu değiştirmek zorunda kaldım çünkü diğer eşeklere sürtünmekten ve eşeğin eyerinin renginden rengi kahverengiye dönmüştü.
Fira, adanın merkez kasabasıymış. Her taraf dükkanlarla dolu. Biraz gezdikten sonra, oturup bir yerlerde dondurma ve vafıl yiyoruz.
 
 

Oturduğumuz pastanedeki garson kızdan ada hakkında bilgi alıyoruz. ETS Tur rehberleri, adanın en yüksek noktası olan İlyas Peygamber Dağı'ndan (Mt. Profitis İlias) tüm adanın görüntülenebileceğini söylemişlerdi ama garsonumuz dağın pek de ilgi çekici bir yer olmadığını söylüyor. Deniz turu için de Perissa Plajı önerilmişti. Siyah volkanik kumlarla kaplı ender plajlardan biri olması insanların ilgisini çekiyormuş. Ama biz Ünye kumsallarında siyah kumlarla sık sık haşır neşir olduğumuz için, o kısımla da pek ilgilenmiyoruz. Zaten tavsiye edilen plajlar adanın güneyinde ama gezilmesi önerilen Oia Köyü en kuzeyde, ikisine birden gidebilmemiz zamansal olarak mümkün değil. Garsonumuz da ısrarla Oia (İa okunuyor) Köyü'nü görmemizi öneriyor. Nasıl gidebileceğimizi sorduğumuzda, çok yakındaki otobüs durağını tarif ediyor. 1.60 Avro karşılığı bilet alıp, otobüsün ilk durağından otobüse binip, oturarak Oia Köyü'ne gidiyoruz.
 
Otobüsten Oia Köyü meydanında iniyoruz.
Oia Köyü bana Şirince Köyü'nü anımsatıyor. Yamaca kurulmuş, eşsiz manzaralı bir köy ve içinde dükkanlar, restoranlar var. En karakteristik özellikleri daracık taş döşeli sokakları, 60'ı aşkın mavi kubbeli kiliseleri ve Venedikliler'den kalma kale harabesi...


Büyük gemi ta ABD'den gelmiş, arkadaki küçük olan da bizim yolculuk ettiğimiz ETS Tur'a ait Aegean Paradise gemisi.



Oia Köyü, mavi kubbeli beyaz kiliseleri ile ünlü...

Adada evlenmek çok modaymış. Biz oradayken 3 farklı milletten gelinle damat gördük. Yunanlılar da balayı için bu adayı tercih ediyorlarmış.



Köyün denize kıyısı yok, tepede kalıyor. Sırf manzarası ve mimari dokusu nedeni ile bu kadar çok turist çekiyor, görünen evlerin hemen hepsi birer butik otel ve oldukça da pahalılar; inanılır gibi değil...



Bir dükkan...
Adanın kalesi görünüyor uç tarafta...

Turistler, daracık yollarda bir aşağı bir yukarı yürüyorlar akın akın...

Denize kıyısı olmadığı için otellerde havuz var...


Yel değirmenleri var...


Ada gün batımı ile ünlüymüş. Gemiye gidecek son seferi kaçırmamak için gün batımını Fira'da karşılıyoruz. Gün batımı her yerde aynı gün batımı neticede, ama sizin daha güzel görmenizi sağlayan etrafınızdaki atmosferin getirdiği ruh hali oluyor... Sokak müzisyenleri eşliğinde, büyük bir kalabalıkla güneşin batışını seyretmek gerçekten çok keyifliydi...
 

 
Dönüşte gemiye giden en son tekneye yetişebildik. Tabii tıka basa doluydu... 
 


Romantik miydi? Romantikti. Ama benim gibi denize girmeyi sevenler için bir defa görmek yeterli, ikinci defa gitmek isteyeceğimi sanmıyorum... Belki bir defa daha gidip tekne turu yapmayı düşünebilirim, kim bilir?...

7 Temmuz 2013 Pazar

3,5 Yaşında Çocukla Mikonos (Mykonos) Adası

Burada böyle Özgür Kız misali gezinmesine aldanmayın, yorulunca
yanımdaki peştamalla anneannem usulü sırtıma bağlamak zorunda kaldım.

Gemi turunun ikinci ayağında Mikonos Adası'na gittik.

Ada gece hayatı ile ünlü olduğundan tur gemisi sabah 08.00'dan ertesi sabah 06.00'a kadar Mikonos'un yolcu gemilerinin yanaştığı tek limanı olan Turlos Limanı'nda kaldı. Liman şehrin merkezine 3 kilometre mesafedeymiş. Gemide tanıtım yaparken, Turlos Limanı'ndan şehre ulaşım olmadığını, bu nedenle servis kaldıracaklarını, ancak servisin de ücretli olduğunu söylemişlerdi. Biz servis için başvurduk ama servisin sadece Eski Liman'a yani şehrin merkezine gittiğini anlayamadığımız için öncelikle plaja gitmek istediğimizi söyledik. Gemiden çıkıp, doğrudan plaja gitmek isteyenler için tek şans tura katılmakmış. Bunu da açıklamadılar bize ve tura katılmak gibi bir talebimiz olmamasına rağmen, bizi tura kaydetmişler. Ertesi gün tura katılmak istemediğimizi, sadece servisi kullanacağımızı söylediysek de kabul ettiremedik ve 3 kilometrelik yol ve 12 Avro'luk şezlong ve şemsiye ücreti olarak, adam başı 55 Avro ödemek zorunda kaldık. 09.00 itibariyle başlayıp, ertesi sabah kadar devam eden ETS Tur servisleri sabah 4, akşam 8 Avro idi. Daha sonra fark ettik ki, iniş yaptığımız Turlos Limanı Yeni Liman olarak geçiyor ve Yeni Liman ile Eski Liman arasında sık sık gidip gelen belediye otobüsleri var:


Belediye otobüslerinde çocuk ücretsiz.

 
 
Çocuklu olduğumuz için plajdan erken ayrıldık. Bu nedenle plaj ile şehir merkezi arasındaki taşıma hakkımızı da kullanmadık. Adada çok çok az (30 tane) taksi olmasına rağmen şansımıza, plaja yolcu getirmiş bir taksi bulup, adanın güneyinden kuzeyine bayağı bir mesafeyi 15 Avro karşılığı gittik. Eğer bugün tekrar aynı turla Mikonos'a gidecek olsam, iniş yaptığımız Eski Liman'dan belediye otobüsü ile plaja gider; plajdan şehrin içine giderken mümkünse taksi tutar ya da taksi bulamazsam, plajın hemen önündeki otobüs durağından otobüse biner; şehirden geminin bağlandığı limana giderken de yine belediye otobüsü kullanırdım. Hem ETS'nin sattığı turdan ve hatta hem de ETS'nin servis hizmetinden daha ucuza gelmiş olurdu. Çocuklu olmayanlar ve adanın eğlence hayatını yaşamak isteyenler içinse servis hizmetini almak daha anlamlı olabilir, birden çok gel git yapacakları, kıyafet değiştirip duş alacakları filan düşünülecek olursa... (İşte benim gibi düşünen çocuklu bir aile daha: http://www.geziyazilari.net/ex/mykonos.html)

ETS Tur'un sunduğu servis hizmetini gündüz kullanmak zaten pek de akıl karı değil, çünkü şehir merkezindeki dükkanlar da 15.00-16.00 gibi açılıyorlarmış, şehir yaşamaya akşam 20.00-21.00 civarında başlıyormuş. Henüz uyanmamış bir şehri görmek üzere doğrudan şehir merkezine gitmek istemedik biz ve önceliği plaja verdik.

Adanın tüm plajları güneydeymiş. Rüzgarı ile ünlü adada, rüzgar kuzeyden estiğinden güneydeki plajlar rüzgarı almıyor dediler bize gemide. Ama gidince gördük ki alıştığımızdan fazla rüzgar vardı. Gittiğimiz Süper Paradise plajı, nüdistlerin bölgesi olmakla ünlüymüş aslında ama o kadar çok insan akını olunca nüdistler de plajın kenarında kalan uç kısımları kullanmaya başlamışlar, meraklı gözlerden kaçmak adına. Dolayısıyla özellikle o bölgelere gidilmedikçe, çıplak dolaşan insanlarla karşılaşılmıyor. O saatte bizim gemiden inenlerden başka kimse de yoktu zaten sahilde, dolayısıyla eşcinsel çiftlerle de karşılaşmak pek olası değil.

Deniz güzeldi, kayalık plaj da güzeldi ama biz zaten Türkiye'nin en güzel plajlarının olduğu bir bölgede yaşadığımızdan bize çok da çekici gelmedi. Oysa Rodos'taki Lindos Plajı'na bayılmıştık... Burada adım başı şezlong vardı ve gemiden boşalan 250 Türk ile bir arada idik :) Biraz yüzdükten sonra şehir merkezini dolaşmak istedik. ETS Tur rehberleri, tur satın almış olduğumuz için plajda kalmamız ve merkeze giderken gene ETS Tur otobüsünü kullanmamız yönünde ısrar ettiler. Kalırsak ne göreceğimizi sorduk, saat 16.00'da bikinili kızlar ve yakışıklı erkek dansçılar gelip, masaların üzerinde çılgın danslar yapıyorlarmış :))


Super Paradise Beach

Biz çılgın danslar yapan mayolu dansçıları izlemek yerine şehir merkezini dolaşmayı tercih ettik. Öncelikle biraz adadan bahsetmek istiyorum:

Mikonos'un kendisinden çok tarihi bana ilginç geldi. Bu ada, Kiklad Adaları'nın en yoksuluymuş ve hatta gelen yardımlarla yaşıyormuş. Adada toplam 80-100 hane varmış ve ada nüfusu keçi yetiştiriciliği ve balıkçılık ile geçiniyormuş. 1960'lı yıllardan itibaren adanın koylarında çıplak denize girenler (nüdistler), eşcinseller ve gözden uzak koylar arayan jet sosyete ile birlikte turizm atağı yapmış. Şu anda tüm Dünya üzerinde en çok turist çeken adalardan biriymiş (diğerleri İspanya'nın İbiza Adası ve Kanarya Adaları). Şimdi bu her sene milyonlarca turist çeken adanın genel görüntüsünü fotoğraflarla göstermek istiyorum:
 
Adada ne ağaç ne de yeşillik var.


Ada nüfusu 10.000 kişi civarındaymış.
 
Mikonos Adası, Yunanistan'ın en çok turist çeken adası olmasının yanı sıra en pahalı adası. Ayağımdaki terlik yırtılınca, şıpıdık terliğe 30 TL vermek zorunda kaldım. Dükkanların hepsi birbirinden şık ve pahalı:
 
 
 
 
Adanın hemen karşısında, tekne ile 20 dakikalık mesafede, üzerinde yerleşim bulunmayan ama UNESCO Dünya Mirası listesinde bulunan ve Yunanistan'ın en zengin arkeolojik alanı olan Delos Adası var. Delos'un, Tanrı Apollon ile Tanrıça Artemis'in doğum yeri olduğu varsayılıyor. Mitolojik söylenceye göre Tanrılar Tanrısı Zeus, Leto'ya aşık olmuş. Zeus ile birlikte olan Leto hamile kalmış. Zeus'un karısı, Anatanrıça Hera'dan korktuğu için, gözlerden ırak Delos Adası'nda çocukları Apollon ile Artemis'i doğurmuş. Leto daha sonra Anadolu'ya kaçıyor. Kaş-Fethiye arasındaki Letoon antik kenti de onun adına kuruluyor. Yaz günü, o sıcakta, yanımızda çocukla dolaşmayı gözümüz yemedi. Eğer Mikonos Adası'na bir daha gidersem, sırf Delos'u merak ettiğim için giderim sanırım. Mikonos'ta Atlas Jet'in de uçtuğu küçük bir havaalanı var.
 
Mikonos çok rüzgarlı olduğundan, rüzgarın yolunu kesmek adına şehrin merkezinde yolları labirent gibi ve daracık yapmışlar.
 
 

 
 
Şehrin merkezinde dolaştıkça Yunanlılar'ı çok takdir ettim. Evlerin hepsi beyaz badanalı, iki katlı, kapı ve pencereleri mavi, yeşil ya da kırmızı boyalı, bir kısmı desenli dere çakılı kaplanmış, en fazla iki kişilik genişlikteki verandalı... Resmi binalarda bile aynı mimari forma sadık kalınmış, genel görünüme aykırı tek bir yapı bile yok! 16. yüzyıldan kalma yel değirmenlerinin bir kısmı hala işler vaziyette... Ada nasıl olsa çok turist alıyor deyip de evlerin üzerine birkaç kat daha çıkalım, yerden kazanmak için farklı şekillerde evler yapalım, turistin gözüne daha alımlı görünmek için allı pullu süsleyelim ya da bir alışveriş merkezi dikelim filan dememişler. Yukarıdaki resimde de görüldüğü gibi adada inşaat yapacak o kadar alan varken, ruhsatsız bir çivi çakmak bile yasak... Mikonos Adası kendi elektriğini kendisi üretiyor ve su ihtiyacını da deniz suyunu arıtarak karşılıyormuş. Çok takdir ettim.
 
 

 

 
 
 

 
 
 
Şehrin içinde dolaşırken gözümüze minik bir pastane vitrini ilişti, ürünler çok iştah açıcı görünüyordu. İçeri bir girdik ki sürpriz: Türkiye'de bulamadığımız ponçik!
 

Ummadığımız kadar lezzetliydi ponçikler.

 
Ponçik yiyerek enerji dolan Kontes, enerjisini çocuk parkında attı:
 
Bizde çocuk parklarının tabanları bile kaplanmış oluyor...
 
 
Karnımız acıkınca Küçük Venedik denilen bölgeye gittik. Burası yel değirmenleri ile ünlü:
 

O sıcak günde bile rüzgarlıydı bölge.

 
Küçük Venedik denmesinin sebebi de bölgedeki evlerin, suyun üzerine doğru uzanan balkonları ile Venedik evlerine benzemesi:
 
 

 
Yel değirmenlerinin yanından Küçük Venedik'in panoramik görünüşü...
Küçük Venedik denen bölgenin resmi adı Alefkandra. Öğlen yemeğimizi de Alefkandra Restoran'da yiyoruz:
 
Balık Çorbası: Bayıldım.
 
Salata: Tam benlikti, beyaz peyniri de beni can evimden vurdu :)
 
Etin yanına garnitür olarak sadece bezelye haşlamayı evde de deneyeceğim.
Rende kaşar peyniri, kalamarın yanında makarna yemek isteyen Kontes Hanım için :)
 
Sen ta Mikonos'a kadar git, otur domatesli makarna ye!
Vaktimiz olmadığı için sipariş etmedik ama meraklıları için böcekler de var...
 
Yemekten sonra adanın ana koyuna doğru sahil boyu yürüyoruz. Bir kere daha takdir ediyorum: Sahil yolu yapacağım diye boydan boya asfalt kaplamamışlar, yol yamuk yumuk gitmesin diye denizi doldurmamışlar, aman marina yapalım da zengin tekneler buraya gelsin dememişler, dükkanları biraz daha denize yakın yapalım dememişler! Doğal bir plaj ve küçük bir balık satış tezgahı var sadece:
 
 
Dondurma yemek için oturduğumuz dükkanın önü, işte burası adanın ana koyu: Balıkçı tekneleri ve plaj...
Denizle aranıza hiçbir şey girmiyor... İstanbul'un sahillerini düşündükçe içim cızzz etti...
  

Adanın ünlüsü Pelikan Petros ile de karşılaştık. Bu hayvana üzüldüm sanki biraz, uçmaması için ne yapmışlar acaba?
Bu arada yerlere de dikkat: Asfalt değil, kayrak taşı döşeli! Burası adanın ana koyunun önündeki sahil yolu...
 
 

 
 
Dünyanın bu en lüks, en pahalı ve en çok turist çeken adası o kadar mütevazi, o kadar samimi ki... Ada tertemiz, yerlerde tek bir çöp yok, binalar pırıl pırıl, içme suyu sıkıntısı olmasına rağmen adanın merkezi rengarenk çiçeklerle süslü ve bu bitkiler insanların özel çabası ile yetiştiriliyorlar, ayrıca eşcinsel, nüdist, jet sosyete vs vs diye insan ayırmadan herkese aynı hoşgörü ve yakınlık ile servis sunuyorlar. İşte sırf bu nedenlerle, susuz ve kayalık bir adanın üzerinde bir tatil cenneti yaratmışlar... 
 
ETS Tur rehberleri adanın merkezinde 1 saat gezintinin yeteceğini söylemişlerdi ama biz bitiremedik. O küçücük adada görülmesi gereken müzeler, sanat galerileri, mimari yapılar vardı... Neticede tadı damağımızda kaldı...

5 Temmuz 2013 Cuma

3,5 Yaşında Çocukla Rodos Adası

Fotoğrafın ön planında sırt çantası ile geziye çıkmış bir genç kız;
arka planda ise ETS'nin Aegean Paradise tur gemisi görülüyor.
ETS Tur ile Rodos-Mikanos-Santorini ada turlarının ilk ayağı Rodos'tayız. Gemi sabah saat 8.00'da Rodos Limanı'na varıyor. Saat 9.00 itibariyle gemiden çıkışlar başlıyor.
 
Turun ilk gününde gemi içi program şöyle: Saat 12.00-18.00 arası iki saatte bir sinema filmi gösterimi var. Saat 19.00-21.00 arası canlı Türkçe müzik var. 19.30 gemiye son biniş saati ve 20.00 itibariyle gemi Mikanos'a doğru hareket ediyor. 21.30-23.00 arasında şov ekibinin gösterisi, 23.00-24.00 arasında canlı keman piyano dinletisi ve 23.00 itibariyle 70'li yılların müzik ve dansları ile disko parti var. Her akşam aynı saatte, çocuklar için Mini Disko da oluyordu.
 
 
Rodos'u kısaca anlatacak olursak: Rodos Ege Denizi'ndeki 12 Adalar'ın en büyüğü, 2400 yıllık bir yerleşim yeri. Rodos Adası, M.Ö. 478 yılında Atina Birliği'ne dahil olmuş. 1309 yılında St. Jean Şövalyeleri şehre geliyorlar ve böylece Bizans çağı son buluyor. Kanuni Sultan Süleyman 1509 yılında adayı Osmanlı İmparatorluğu'na dahil ediyor ve ada yaklaşık 400 yıl Osmanlı egemenliği altında kalıyor. Halihazırda adada 3500 nüfusluk Türk azınlık bulunmaktaymış.

Rodos şehrinin Tapınak Şövalyeleri tarafından inşa edilmiş kalesi ve Orta Çağ'dan kalma mahallesi UNESCO Dünya Mirası Listesi'ndedir. Zira burası Avrupa'daki en iyi korunmuş ve en büyük Orta Çağ şehridir. Hatırlatmak istedim: UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne girme koşullarından 10 tanesinden 9 koşulu taşıyan ülkemizdeki Hasankeyf baraj gölü suları altında kalmak üzere. Burası ise 10 koşuldan 3 tanesi taşımaktadır (ii, iv, v).

Rodos'un neden Dünya Mirası olduğunu anlatan levha


Rodos Adası haritası


Rodos Adası'nda yapılacak şeyler çok olduğundan ETS Tur, 3 farklı tur sunuyordu:

  1. Antik Şehir Turu: Mandraki Limanı, Mt. Smith Tepesi, Büyük Üstadlar Sarayı ve son olarak da Antik Şehir geziliyor. Mandraki Limanı'nda Antik Dönem'de Dünyanın 7 Harikası'ndan biri olan Rodos Heykeli bulunuyormuş. Şu anda heykel yok ama heykelin ayaklarının durduğu yerlerde geyik heykelleri var :) Burada fotoğraf molası veriliyor. Monte Smith Tepesi ise Antik Rodos Akropolü'nün üzerinde kurulduğu tepeymiş. Burada Apollon Tapınağı geziliyor. Akabinde surlarla çevrili olan antik şehre Porte d'Amboise Kapısı'ndan giriş yapılıyor. Antik Kent'teki en önemli Osmanlı eserleri olan Hafız Ahmet Ağa Kütüphanesi ve 1523 yılında inşa edilmiş olan Selimiye Camii geziliyor. Bilahare Kudüslü şövalyelerin yaşadığı Büyük Üstadlar Sarayı geziliyor. Şövalyeler Sokağı'ndan aşağı doğru inilip sağa doğru dönüldüğünde Gotik şövalyelerin hastanesi olarak kullanılmış olan Arkeoloji Müzesi, Hipokrat Çeşmesi ve İbrahim Paşa Camii görülüyor. Sonrasında Sokrates Caddesi'nde alışveriş yapılıp yemek yeniyor ve gemiye geri dönülüyor. Bu tur için toplam 4 saat öngörüyorlardı. 45 Avro
  2. Kelebekler Vadisi Turu: Mandraki Limanı, Mt. Smith Tepesi, Antik Kent, Faliraki Plajı ve Kelebekler Vadisi geziliyor. Senenin belirli bölümlerinde harikulade kelebeklerin ve diğer binlerce canlının görülebildiği, görsel olarak güzel bir bölgeymiş. Haziran ayı kelebeklerin üreme ayıymış. Bu tur için toplam 7 saat öngörülüyordu. 55 Avro
  3. Lindos Köyü Turu: Mandraki Limanı, Lindos Köyü geziliyor. Faliraki Plajı'nda denize girilip dönüşte Antik Kent geziliyor. Lindos Köyü, adanın en çok turist çeken ikinci büyük yerleşimi. Bu köyde İtalyan mimari stili ile Yunan kültürü birleşmiş. Beyaz evleri, dar parke sokakları ve mozaik döşeli merdivenleri ile bu köy bana Selçuk'taki Şirince Köyü'nü anımsattı. Köy'ün tepesinde Akropolis ve Haçlı Kalesi var. Köyün içinde de çok sevimli dükkanlar bulunuyor. Akropolün en yüksek noktası olan Athena Tapınağı'ndan Aziz Paul Koyu'nun manzarası seyredilebilir. Faliraki Plajı, Lindos'dan otobüsle 20 dakika sürüyor. Burada bir "beach club" varmış ve adanın en popüler plaj bölgesiymiş. 2 saatlik plaj keyfinden sonra Antik Şehir'e Porte d'Amboise Kapısı'ndan giriş yapılıyor. Hafız Ahmet Ağa Kütüphanesi, Selimiye Camii, Büyük Üstadlar Sarayı, Şövalyeler Sokağı, Arkeoloji Müzesi, Hipokrat Çeşmesi ve İbrahim Paşa Camii geziliyor. Bu tur için de toplam 8 saat öngörülüyordu. 65 Avro

Biz turlara katılmadan kendimiz gezmeyi tercih ettik. Çünkü hem çocukla birlikte tur programlarına uymak zor olabiliyor, hem de kalabalık plajlarda denize girip yüzlerce insanlar birlikte hareket etmekten hoşlanmıyoruz. O nedenle biz doğaçlama gezmeye başladık. Öncelikle indiğimiz yerden eski şehre doğru yürüdük ve yoruluncaya kadar etrafı gezdik:

Eski şehrin haritası

Rodos'taki müzelerin açılış ve kapanış saatlerini gösterir tablo.

Rodos'un ana giriş kapısı Marina Kapısı işte burası:

Marine Gate giriş kapısındaki Marine Gate ve St. Catherine's Gate adındaki ikiz kuleler.
Bu kapıdan girince merkezinde orta çağa ait bir fıskiye bulunan Platia Ippokratous var.

Doğal olarak biz o kapıdan girmedik :) Mandraki Limanı'na doğru sahilden yürüdük. En sonunda Şövalyeler Sokağı'na yakın olan bir araç kapısından giriş yaptık:
(Mandraki Limanı'ndaki Aktaion Cafe önünden City Sightseeing Train kalkıyormuş. Surların etrafında dolaşıp Monte Smith ve Akrapol'e gidiyormuş.)



Şövalyeler Sokağı'ndan yukarı doğru yürüdük:

Şövalyelerin atları ile dolaştıkları,
Şövalyeler Sokağı UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde.

Sokağın sonundaki Büyük Üstatlar Sarayı'nı gezdik. Saray, Pazartesileri 09.00-16.00 arası, Salı-Cuma 08.00-20.00 arası, Cumartesi-Pazar günleri de 08.00-15.00 arasında açıkmış.


Kızın çantası babanın eline geçmiş :) Olsun, kendi çantasını
 taşıması için fırsatlar sunmaya devam, zorlamadan :)
Kontes bu sırada benim sırtımda elbette :)

Şövalyeler zamanındaki orijinal mobilyalar bile korunmuş.

Dev aynalar da o zamanlardan kalmaymış.

Bunların da top güllesi olduklarını tahmin ediyorum.

Orayı gezdikten sonra Selimiye Camii'ne dışarıdan bir bakıp, Arkeoloji Müzesi'ni gezdik. Arkeoloji Müzesi de Pazartesi 09.00-16.00, Salı-Cuma 08.00-20.00, hafta sonları ve tatillerde ise 08.00-15.00 arasında açıkmış.

Selimiye Camii

Arkeoloji Müzesi sağda kalıyor.

Arkeoloji Müzesi'ni gezmeyi bitiremedik, çok büyüktü, harika bir bahçesi vardı. Yorulduk. Araba kiralayıp gezmeye karar verdik. Sur içindeki tek "Tourist Information Office" Arkeoloji Müzesi'nin hemen yanında. Oradan araba kiralama şirketinin yerini öğrenip Müze'nin hemen karşısındaki, fotoğrafta sol tarafta olan kapıdan sur dışına çıkış yapıp, geldiğimiz yoldan geri Marina'ya doğru yürüdük. Elimiz boş yürümek olmazdı, bir de dondurma aldık :)

Dondurmalarına ba-yıl-dım!



Gemiden indiğimiz yerin hemen karşısındaki Olympic Rent A Car'a girdik. Arabaların 45 Avro, jiplerin 50 Avro olduğunu öğrendik. Uluslararası ehliyete de gerek yoktu. 10 Avro'ya alacağımız 15 litre benzin ile tüm adayı gezebileceğimizi söylediler. Bu arada bir de turistik olmayan, uygun fiyatlı restoran tarifi aldık. Klimalı arabamıza kurulup Lindos Köyü'ne doğru yola koyulduk:

 
Kiraladığımız araba


Kalabalık plajlardan hoşlanmıyoruz. O nedenle yol üzerinde tavsiye edilen bir plajda durduk:

Burası Kalitea Plajı. Ama bu bile kalabalık geldi bize.

Biz de Kalitea Termal'ine giriş yaptık. (Terme Calitea - Quellen von Kallithea)

08.00-20.00 arası açık. 20.00'dan sonra giriş ücretsiz, gün içinde giriş 3 Avro.
12 yaşından küçüklere ise ücretsiz.

Buranın hemen altında şıkır şıkır akan bir kaynak suyu var.
Bu nedenle deniz suyu da serin.

Burası hemen girişteki küçük hamam.
İlerisinde çok büyük bir termal hamam varmış.
Ama biz oraya gitmek yerine yüzmeyi tercih ettik.

Bildiğimiz hamam kurnası
 
 
Yüzünce acıktık haliyle :) Faliraki'i geçip Kolymbia'ya gelmeden önce sol tarafta Kelebekler Vadisi'ne giden bir yol ayrılıyor. Bu yol üzerinde 7 Kaynak adı verilen şelalelerde var. Şelalelere gelmeden önce, yola sapar sapmaz yol kenarındaki restoranda yemek yedik:
 
Tsambikos Geleneksel Restoran (Taverna) Tsambikos Taverna Rhodes
Benzer isimli süper lüks lokantalardan sakınınız :)
Sıradan bir aile lokantası
Eşim salata için "Bizim evde yaptığımız salata gibi" dedi :)
Sarımsaklı ekmeğe zaten bayılırım, bu da harikaydı.
Cimcime karidesi eşim çok yağlı buldu, ben bulmuşum affetmedim :)

Okulsuz eğitim her yerde devam eder :)
Kontes kürdanlardan geometrik şekiller yapıyor.

Eşim "Buraya kadar gelmişim çupra yemem" dedi
ama ben onu da mideye indirdim :)

Avrupa'da ekmekler sarı undan yapılıyor.
Tadını çok beğeniyorum.

Acelemiz var diye tatlı söylemedik ve
lokanta sahibi tüm bunları bize ikram etti :)
Hesapla birlikte lolipop da gelince Kontes çıldırdı tabii :)
 
Sonra Lindos'a gittik. Kasabaya biraz göz attık. Şirince Köyü gibi yamaca kurulmuş, butik dükkanların olduğu şirin bir köy. Biz hızla sahile indik :) Aksi gibi tüm elektronik aletlerimin şarjı bitti. Hiç fotoğraf çekemedim. İşte örnek bir fotoğraf:
 
 
Lindos'un girişinde otobüs park yeri var. Bize arabamızı oraya park edip yürüyerek inmemizi söylemişlerdi. Ama inerken fark ettik ki yol uzun ve çocukla çıkması zor olacak. O nedenle arabayı plaja park ettik. Park yerleri ücretsiz bu arada. Akropol'e yürüyerek çıkılıyordu. Çıkanlar vardı ama hava çok sıcaktı ve biz yüzmeyi tercih ettik. Denizi muhteşemdi, hem kumluk hem de mavi bayraklı pırıl pırıl bir deniz...
 
Dönüş yolunda yemek yediğimiz restoranın önünden Kelebekler Vadisi'ne doğru saptık. Ama oldukça geç kalmıştık, yeterince gezemeyeceğimizi düşünüp adanın batı tarafını gezmeye karar verdik. Batı tarafındaki yerleşimi ve otelleri çok beğendik. Rodos'u da çok beğendiğimizden tekrar gitmek istiyoruz.
 
Akşam arabayı teslim edip gemiye girdiğimizde saat 19.00'dı ve biz sabah 09.00'dan beri yollarda olduğumuzdan çok yorgun ama çok da mutluyduk... Rodos Adası'nı biz çok beğendik.