7 Temmuz 2013 Pazar

3,5 Yaşında Çocukla Mikonos (Mykonos) Adası

Burada böyle Özgür Kız misali gezinmesine aldanmayın, yorulunca
yanımdaki peştamalla anneannem usulü sırtıma bağlamak zorunda kaldım.

Gemi turunun ikinci ayağında Mikonos Adası'na gittik.

Ada gece hayatı ile ünlü olduğundan tur gemisi sabah 08.00'dan ertesi sabah 06.00'a kadar Mikonos'un yolcu gemilerinin yanaştığı tek limanı olan Turlos Limanı'nda kaldı. Liman şehrin merkezine 3 kilometre mesafedeymiş. Gemide tanıtım yaparken, Turlos Limanı'ndan şehre ulaşım olmadığını, bu nedenle servis kaldıracaklarını, ancak servisin de ücretli olduğunu söylemişlerdi. Biz servis için başvurduk ama servisin sadece Eski Liman'a yani şehrin merkezine gittiğini anlayamadığımız için öncelikle plaja gitmek istediğimizi söyledik. Gemiden çıkıp, doğrudan plaja gitmek isteyenler için tek şans tura katılmakmış. Bunu da açıklamadılar bize ve tura katılmak gibi bir talebimiz olmamasına rağmen, bizi tura kaydetmişler. Ertesi gün tura katılmak istemediğimizi, sadece servisi kullanacağımızı söylediysek de kabul ettiremedik ve 3 kilometrelik yol ve 12 Avro'luk şezlong ve şemsiye ücreti olarak, adam başı 55 Avro ödemek zorunda kaldık. 09.00 itibariyle başlayıp, ertesi sabah kadar devam eden ETS Tur servisleri sabah 4, akşam 8 Avro idi. Daha sonra fark ettik ki, iniş yaptığımız Turlos Limanı Yeni Liman olarak geçiyor ve Yeni Liman ile Eski Liman arasında sık sık gidip gelen belediye otobüsleri var:


Belediye otobüslerinde çocuk ücretsiz.

 
 
Çocuklu olduğumuz için plajdan erken ayrıldık. Bu nedenle plaj ile şehir merkezi arasındaki taşıma hakkımızı da kullanmadık. Adada çok çok az (30 tane) taksi olmasına rağmen şansımıza, plaja yolcu getirmiş bir taksi bulup, adanın güneyinden kuzeyine bayağı bir mesafeyi 15 Avro karşılığı gittik. Eğer bugün tekrar aynı turla Mikonos'a gidecek olsam, iniş yaptığımız Eski Liman'dan belediye otobüsü ile plaja gider; plajdan şehrin içine giderken mümkünse taksi tutar ya da taksi bulamazsam, plajın hemen önündeki otobüs durağından otobüse biner; şehirden geminin bağlandığı limana giderken de yine belediye otobüsü kullanırdım. Hem ETS'nin sattığı turdan ve hatta hem de ETS'nin servis hizmetinden daha ucuza gelmiş olurdu. Çocuklu olmayanlar ve adanın eğlence hayatını yaşamak isteyenler içinse servis hizmetini almak daha anlamlı olabilir, birden çok gel git yapacakları, kıyafet değiştirip duş alacakları filan düşünülecek olursa... (İşte benim gibi düşünen çocuklu bir aile daha: http://www.geziyazilari.net/ex/mykonos.html)

ETS Tur'un sunduğu servis hizmetini gündüz kullanmak zaten pek de akıl karı değil, çünkü şehir merkezindeki dükkanlar da 15.00-16.00 gibi açılıyorlarmış, şehir yaşamaya akşam 20.00-21.00 civarında başlıyormuş. Henüz uyanmamış bir şehri görmek üzere doğrudan şehir merkezine gitmek istemedik biz ve önceliği plaja verdik.

Adanın tüm plajları güneydeymiş. Rüzgarı ile ünlü adada, rüzgar kuzeyden estiğinden güneydeki plajlar rüzgarı almıyor dediler bize gemide. Ama gidince gördük ki alıştığımızdan fazla rüzgar vardı. Gittiğimiz Süper Paradise plajı, nüdistlerin bölgesi olmakla ünlüymüş aslında ama o kadar çok insan akını olunca nüdistler de plajın kenarında kalan uç kısımları kullanmaya başlamışlar, meraklı gözlerden kaçmak adına. Dolayısıyla özellikle o bölgelere gidilmedikçe, çıplak dolaşan insanlarla karşılaşılmıyor. O saatte bizim gemiden inenlerden başka kimse de yoktu zaten sahilde, dolayısıyla eşcinsel çiftlerle de karşılaşmak pek olası değil.

Deniz güzeldi, kayalık plaj da güzeldi ama biz zaten Türkiye'nin en güzel plajlarının olduğu bir bölgede yaşadığımızdan bize çok da çekici gelmedi. Oysa Rodos'taki Lindos Plajı'na bayılmıştık... Burada adım başı şezlong vardı ve gemiden boşalan 250 Türk ile bir arada idik :) Biraz yüzdükten sonra şehir merkezini dolaşmak istedik. ETS Tur rehberleri, tur satın almış olduğumuz için plajda kalmamız ve merkeze giderken gene ETS Tur otobüsünü kullanmamız yönünde ısrar ettiler. Kalırsak ne göreceğimizi sorduk, saat 16.00'da bikinili kızlar ve yakışıklı erkek dansçılar gelip, masaların üzerinde çılgın danslar yapıyorlarmış :))


Super Paradise Beach

Biz çılgın danslar yapan mayolu dansçıları izlemek yerine şehir merkezini dolaşmayı tercih ettik. Öncelikle biraz adadan bahsetmek istiyorum:

Mikonos'un kendisinden çok tarihi bana ilginç geldi. Bu ada, Kiklad Adaları'nın en yoksuluymuş ve hatta gelen yardımlarla yaşıyormuş. Adada toplam 80-100 hane varmış ve ada nüfusu keçi yetiştiriciliği ve balıkçılık ile geçiniyormuş. 1960'lı yıllardan itibaren adanın koylarında çıplak denize girenler (nüdistler), eşcinseller ve gözden uzak koylar arayan jet sosyete ile birlikte turizm atağı yapmış. Şu anda tüm Dünya üzerinde en çok turist çeken adalardan biriymiş (diğerleri İspanya'nın İbiza Adası ve Kanarya Adaları). Şimdi bu her sene milyonlarca turist çeken adanın genel görüntüsünü fotoğraflarla göstermek istiyorum:
 
Adada ne ağaç ne de yeşillik var.


Ada nüfusu 10.000 kişi civarındaymış.
 
Mikonos Adası, Yunanistan'ın en çok turist çeken adası olmasının yanı sıra en pahalı adası. Ayağımdaki terlik yırtılınca, şıpıdık terliğe 30 TL vermek zorunda kaldım. Dükkanların hepsi birbirinden şık ve pahalı:
 
 
 
 
Adanın hemen karşısında, tekne ile 20 dakikalık mesafede, üzerinde yerleşim bulunmayan ama UNESCO Dünya Mirası listesinde bulunan ve Yunanistan'ın en zengin arkeolojik alanı olan Delos Adası var. Delos'un, Tanrı Apollon ile Tanrıça Artemis'in doğum yeri olduğu varsayılıyor. Mitolojik söylenceye göre Tanrılar Tanrısı Zeus, Leto'ya aşık olmuş. Zeus ile birlikte olan Leto hamile kalmış. Zeus'un karısı, Anatanrıça Hera'dan korktuğu için, gözlerden ırak Delos Adası'nda çocukları Apollon ile Artemis'i doğurmuş. Leto daha sonra Anadolu'ya kaçıyor. Kaş-Fethiye arasındaki Letoon antik kenti de onun adına kuruluyor. Yaz günü, o sıcakta, yanımızda çocukla dolaşmayı gözümüz yemedi. Eğer Mikonos Adası'na bir daha gidersem, sırf Delos'u merak ettiğim için giderim sanırım. Mikonos'ta Atlas Jet'in de uçtuğu küçük bir havaalanı var.
 
Mikonos çok rüzgarlı olduğundan, rüzgarın yolunu kesmek adına şehrin merkezinde yolları labirent gibi ve daracık yapmışlar.
 
 

 
 
Şehrin merkezinde dolaştıkça Yunanlılar'ı çok takdir ettim. Evlerin hepsi beyaz badanalı, iki katlı, kapı ve pencereleri mavi, yeşil ya da kırmızı boyalı, bir kısmı desenli dere çakılı kaplanmış, en fazla iki kişilik genişlikteki verandalı... Resmi binalarda bile aynı mimari forma sadık kalınmış, genel görünüme aykırı tek bir yapı bile yok! 16. yüzyıldan kalma yel değirmenlerinin bir kısmı hala işler vaziyette... Ada nasıl olsa çok turist alıyor deyip de evlerin üzerine birkaç kat daha çıkalım, yerden kazanmak için farklı şekillerde evler yapalım, turistin gözüne daha alımlı görünmek için allı pullu süsleyelim ya da bir alışveriş merkezi dikelim filan dememişler. Yukarıdaki resimde de görüldüğü gibi adada inşaat yapacak o kadar alan varken, ruhsatsız bir çivi çakmak bile yasak... Mikonos Adası kendi elektriğini kendisi üretiyor ve su ihtiyacını da deniz suyunu arıtarak karşılıyormuş. Çok takdir ettim.
 
 

 

 
 
 

 
 
 
Şehrin içinde dolaşırken gözümüze minik bir pastane vitrini ilişti, ürünler çok iştah açıcı görünüyordu. İçeri bir girdik ki sürpriz: Türkiye'de bulamadığımız ponçik!
 

Ummadığımız kadar lezzetliydi ponçikler.

 
Ponçik yiyerek enerji dolan Kontes, enerjisini çocuk parkında attı:
 
Bizde çocuk parklarının tabanları bile kaplanmış oluyor...
 
 
Karnımız acıkınca Küçük Venedik denilen bölgeye gittik. Burası yel değirmenleri ile ünlü:
 

O sıcak günde bile rüzgarlıydı bölge.

 
Küçük Venedik denmesinin sebebi de bölgedeki evlerin, suyun üzerine doğru uzanan balkonları ile Venedik evlerine benzemesi:
 
 

 
Yel değirmenlerinin yanından Küçük Venedik'in panoramik görünüşü...
Küçük Venedik denen bölgenin resmi adı Alefkandra. Öğlen yemeğimizi de Alefkandra Restoran'da yiyoruz:
 
Balık Çorbası: Bayıldım.
 
Salata: Tam benlikti, beyaz peyniri de beni can evimden vurdu :)
 
Etin yanına garnitür olarak sadece bezelye haşlamayı evde de deneyeceğim.
Rende kaşar peyniri, kalamarın yanında makarna yemek isteyen Kontes Hanım için :)
 
Sen ta Mikonos'a kadar git, otur domatesli makarna ye!
Vaktimiz olmadığı için sipariş etmedik ama meraklıları için böcekler de var...
 
Yemekten sonra adanın ana koyuna doğru sahil boyu yürüyoruz. Bir kere daha takdir ediyorum: Sahil yolu yapacağım diye boydan boya asfalt kaplamamışlar, yol yamuk yumuk gitmesin diye denizi doldurmamışlar, aman marina yapalım da zengin tekneler buraya gelsin dememişler, dükkanları biraz daha denize yakın yapalım dememişler! Doğal bir plaj ve küçük bir balık satış tezgahı var sadece:
 
 
Dondurma yemek için oturduğumuz dükkanın önü, işte burası adanın ana koyu: Balıkçı tekneleri ve plaj...
Denizle aranıza hiçbir şey girmiyor... İstanbul'un sahillerini düşündükçe içim cızzz etti...
  

Adanın ünlüsü Pelikan Petros ile de karşılaştık. Bu hayvana üzüldüm sanki biraz, uçmaması için ne yapmışlar acaba?
Bu arada yerlere de dikkat: Asfalt değil, kayrak taşı döşeli! Burası adanın ana koyunun önündeki sahil yolu...
 
 

 
 
Dünyanın bu en lüks, en pahalı ve en çok turist çeken adası o kadar mütevazi, o kadar samimi ki... Ada tertemiz, yerlerde tek bir çöp yok, binalar pırıl pırıl, içme suyu sıkıntısı olmasına rağmen adanın merkezi rengarenk çiçeklerle süslü ve bu bitkiler insanların özel çabası ile yetiştiriliyorlar, ayrıca eşcinsel, nüdist, jet sosyete vs vs diye insan ayırmadan herkese aynı hoşgörü ve yakınlık ile servis sunuyorlar. İşte sırf bu nedenlerle, susuz ve kayalık bir adanın üzerinde bir tatil cenneti yaratmışlar... 
 
ETS Tur rehberleri adanın merkezinde 1 saat gezintinin yeteceğini söylemişlerdi ama biz bitiremedik. O küçücük adada görülmesi gereken müzeler, sanat galerileri, mimari yapılar vardı... Neticede tadı damağımızda kaldı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder