30 Aralık 2011 Cuma

Ocak'ın 1. Haftası Pazarda Neler Var? Bu Hafta Hangi Yemekler Pişirilebilir?




Sebze ve meyve alışverişimi yıllardır pazardan yaparım. Perşembeleri semt pazarımız var. Cumartesi günü de organik pazara giderim vakit buldukça. Havalar soğuduğunda ise eve sipariş veririm. Pazardan aldığım/Eve sipariş ettiğim sebze ve meyveler de o hafta evimizde neler pişeceğini gösterir :)


Bakalım bu hafta pazarda neler vardı:

  1. Ispanak (Seviyorum uleyn!)
  2. Pırasa (Haftanın zeytinyağlısı)
  3. Balkabağı 
  4. Havuç (Ne kadar çok tüketiyormuşuz havucu, yazdıkça fark ediyorum.)
  5. Patates / Soğan
  6. Portakal
  7. Mandalina
  8. Elma
  9. Armut
  10. Muz (Kızımın kahvaltısına ya da ara öğününde kefirinin içine katıyorum.)
  11. Kıvırcık
  12. Taze nane
  13. Yumurta
  14. Cam kasede organik yoğurt
  15. Organik dil peyniri (kızımın kahvaltısına katıyorum)



Demek ki evimizde bu hafta ne pişecekmiş?! :)

Artık iyileştim, hasta değilim ama yoğun bir çalışma temposuna girdim. Bu nedenle vitamin mineral ağırlı besleneceğim. Öyle boş tatlı, unlu, makarna, pilav yok bu hafta :)

  1. Yayla çorbası: Bu hafta eşim yok. Onun yokluğundan istifade bol bol naneli yayla çorbası yaparım artık :)
  2. Ispanak yemeği: Kıymalı ve havuçlu
  3. Zeytinyağlı pırasa: Zeytinyağlı yemeksiz sofra olmaz.
  4. Kızımın yemeklerini bu hafta annem yapar sanırım, rahatım o konuda en azından bu hafta :)
  5. Bol bol yeşil salata
  6. Balkabağı Tatlısı: İnsanın beyni çok çalışınca glikoz istiyor. Saçma sapan tatlılar yemektense meyve tatlısı yiyeyim bari.
  7. Bol bol kuruyemiş: Çalışma saatlerimin ve kızımın iştahsız akşamlarının kurtarıcısı. Kızım bu ara özellikle duta dadandı. 2 kase dut yiyebiliyor.
Eşimle artık sadece hafta sonları görüşebileceğiz.Onsuz boğazımdan geçmez zaten; balık ve et keyfini hafta sonlarına saklıyorum :)

Herkese mutlu bir yeni yıl diliyorum...

29 Aralık 2011 Perşembe

Gün 24 Saat Yetmiyor Mu? Zaman Planlaması - Sinbo Digicook Elektrikli Düdüklü Tencere




Öncelikle belirtmek isterim ki ben ev işi ve zaman yönetimi konusunda konuşacak son kişiyim aslında :) Ev işi yapmaktan hiç hoşlanmam, ayrı eve çıkıncaya kadar da yapmadığımdan beceremem de zaten. Ayrıca da tembelimdir ve her işi de son dakikaya bırakırım. Off, of :)

Gelgelelim bu tembellikle eğer evim "Kalk gidelim" demiyorsa, bunu da bir iki küçük tüyoya borçlu olduğumu söylemeliyim. Bu tüyolarımı paylaşmak istiyorum izninizle. İşte ilk tüyom:


Son 4 yıldır bu tencereyi kullanıyorum. Bu tencere olmasa ne yapardım bilemiyorum :) Aslında bazen düdüklü tencere yerine "Yemek Yapma Makinesi" diyorlar ki, bu tencere için en iyi tanımlama da budur sanırım.


Size nasıl işe yaradığını bir örnekle anlatayım:
Mesela kızım oyun oynamak istiyor ama akşam yemeği için mercimek çorbası yapmam lazım. Tencerenin içine soğan, sarımsak, patates, havuç ve kırmızı mercimeği atıyorum. Suyunu ekleyip kapağını kapatıyorum ve dijital göstergesindeki "Çorba" düğmesine tıklıyorum. Sonrasında da kızımla oyun oynamak üzere mutfaktan çıkıyorum. Düdüğü öttükten sonra 9 dakika içerisinde çorbam hazır oluyor. Düdüğü kapatmama gerek yok, kendisi otomatik kapatıyor. Çorba piştikten sonra bana bir sinyalle haber veriyor. Ama ben genellikle oralı bile olmuyorum :) Çünkü tencere ateşte değil, altını kapatma derdi yok. Tencere düdüğünü kendisi indirdiği gibi pişirmeyi de kendisi sonlandırıyor. Ayrıca çorba soğur gibi bir derdim de olmuyor. Çünkü ben gidip de "İptal" düğmesine basana kadar "Sıcak Tutma" modunda kalıyor. Eşim gelip de zile bastığında, kapı otomatiğine basıp hemen karıştırıcı (blender) ile çorbamı karıştırıyorum. Eşim daire kapısına gelene kadar sıcacık çorbası hazır oluyor. Tam tembel işi :) Ne kadar tavsiye etsem azdır.

Bu şekilde 12 saate kadar sıcak tutabiliyor. Ama siz taze pişmiş olsun istiyorsanız, malzemeleri içine koyduktan sonra gecikmeli çalıştırıcıyı ayarlayıp ileri bir saatte pişirmesini de sağlayabiliyorsunuz. Ben kullanmadım ama sanırım geciktirme süresi en fazla 2 saat olabiliyormuş. Elektrikli olduğu için tencerede yemek pişirirken gezmeye gidebilir, malzemeleri akşamdan koyup sabaha sıcak çorba elde edebilir ya da işe gitmeden malzemeleri koyarsanız akşam sıcacık yemeğiniz sizi karşılayabilir (eğer elektrikler kesilmezse). Aynı şekilde ramazan ayı ya da yemek davetleri gibi belirli saatte yemek yenilmesi gerekli olan günler için de bir kurtarıcı. Yemeği hem pişiriyor hem de o saate kadar sıcak tutuyor. İşte benim gibi yemeği pişerken gezmeye giden bir yemek blogu yazarı: http://arzununhunerleri.blogspot.com/2010/04/sinbo-digicook-elektrikli-duduklu.html

Bu tencerede pişen yemeğe en ufak bir ilgi göstermeniz gerekmediğinden, Sinbo kendi kendine yemeği pişirirken, siz de başka bir yemek pişirebilirsiniz.

Almakta ilk başta tereddüt etmiştim ama şimdi bu tencere olmasa herhalde bizim evde ev yemeği yenilmezdi diye düşünüyorum. Hele ki bebekten sonra! Bu tencerenin kullanımını gören çevremdeki çok kişi de gidip aldı. Ama her nedense reklamı hiç yapılmıyor bu tencerenin. Benimki gibi gören gidip alıyor herhalde. Reklamı yapılmayan ticari eşyalara da ayrıca bir sempati duyuyorum, reklama ihtiyaçları olmadığı için :)

Hadi ben tembel ve beceriksizim, haklı olarak yemek kaliteme güvenmeyebilirsiniz. İşte size bazı yemek bloglarından Sinbo'da pişen tarifler ve tencereye dair övgüler:

http://www.lezzetkahvesi.com/?p=960 : Kırmızı biber dolması



http://lezzetler.com/tarif-62470.html : Pastırmalı Kuru Fasulye



Tencerenin tek bir kötü tarafı var: İç haznesi teflon kaplama. Teflon kaplamalar neredeyse piyasadan kalktı, çizilmesi durumunda kanserojen etkisi olduğu ispatlandı. Evimde teflon kaplama kullanmıyorum ama Sinbo'dan vazgeçemiyorum. Keşke farklı malzemeden iç hazne yapsalar. Hazne ile ilgili bir iyi tarafı var: 
444 66 86 numaralı müşteri danışma hattını arıyor ve ürünün kodunu veriyorsunuz (tencerenin altında yazıyor). İç hazne istediğinizi not düşüyorlar ve ödemeli kargo ile yeni bir iç hazne yolluyorlar. Geçen hafta yeni bir iç hazne için 20 TL ödedim. Gerçi gelmesi 3 haftayı buldu ama böyle bir yedek parça hizmeti de kolay kolay bulunmaz.





Belki bir kötü tarafı daha vardır (beklentiye göre değişir): Boyutu.
Şöyle tarif edeyim: Hemen hemen küçük boy bir mini fırın kadar büyük bir alet. Mutfak tezgahı üzerinde ya da tencere dolabında saklanamıyor yani. Kendisine özel bir yer edinmesi lazım. Ki ben kendisini mutfağımın baş köşesinde tutuyorum :) Tanıtımında 5, 7 ve 10 litrelikleri olduğu yazılmış ama ben piyasada sadece 7 litrelik bulabilmiştim. Alırken "Büyük mü acaba?" diye tereddüt de etmiştim ama şimdi memnunum. Mesela organik tavuğu bütün alıp olduğu gibi tencereye yerleştiriyorum. Tavuğun büyüklüğüne göre ne kadar zamanda pişireceğine tencere kendisi karar veriyor :)


Sinbo'yu ilk aldığımda bir türlü kullanamadım. Sonra internette araştırınca gördüm ki pek çok kişi sırf kapağını kapatamadığından kullanamıyor tencereyi. Kısaca onu da anlatayım:

Tencerenin iç haznesine yemek malzemelerini koyuyorsunuz. Sonra iç hazneyi tencerenin içine yerleştiriyorsunuz. Tencereyi fişe takıyorsunuz. Dijital gösterge size doğru bakacak. Tencerenin kapağının üstünde düdüğü var. O düdüklü kısmı sol tarafınıza doğru getirip kapağı hafifçe kapatıyorsunuz. Tencerede ve kapağın çevresinde çıkıntılar var. O çıkıntıların birbirine kenetlenmesi lazım. Kesinlikle zorlamıyorsunuz, eğer zorlanıyorsa hatalı bir hareket yapıyorsunuz demektir. Kapağı kapattıktan sonra düdüğün çıkıntılı ucunu tam karşı duvara, kuzey yönüne doğru çeviriyorsunuz. Dijital göstergede ilgili düğmeye basıyorsunuz (çorba, sebze, et, pilav vs). Yemek piştikten sonra da düdüğün çıkıntılı kısmını tutup yavaş yavaş sağa doğru çeviriyorsunuz ki içerideki buhar boşalsın. Eğer yemek piştikten sonra bir süre beklerseniz buhar kendiliğinden boşalıyor. Eğer beklemek istemiyorsanız, diğer düdüklülerden farklı olarak soğumasını beklemek kesinlikle gerekmiyor. Buharı anlattığım şekilde kendiniz de boşaltabilirsiniz. Ama boşaltırken dikkatli olun, sıcak buhar elinizi yakmazın. En iyisi düdüğün çıkıntılı kısmını bir havlu yardımıyla tutun ve buharın da havlunun içerisine doğru çıkmasını sağlayın.



Pişirmeyle ilgili bir ayrıntı daha:
Tencerenin iç haznesi çıkıyor. Zeytinyağlı gibi önceden kavrulması gereken yemeklerde iç hazneyi doğrudan ateşin üzerine koyanlar varmış. Bense yiyecekleri kavurmak istediğimde kapak açıkken "Çorba" düğmesine basıyorum. Tencerenin dibindeki elektrikli ısıtıcı çalışmaya başlayınca iç haznedeki yiyecekler de pişmeye başlıyor zaten. Gerekli kavurma işlemini yaptıktan sonra suyunu ekleyip kapağını kapatıyor ve ilgili düğmesine basıyorum.

İç hazne ayrıca bulaşık makinesinde de yıkanabildiğinden, temizliği de son derece kolay bu tencerenin. Her yönüyle pratik işte, daha ne diyeyim :)

23 Aralık 2011 Cuma

Aralık'ın 4. Haftası Pazarda Neler Var? Bu Hafta Hangi Yemekler Pişirilebilir?




Sebze ve meyve alışverişimi yıllardır pazardan yaparım. Perşembeleri semt pazarımız var. Cumartesi günü de organik pazara giderim vakit buldukça. Havalar soğuduğunda ise eve sipariş veririm. Pazardan aldığım/Eve sipariş ettiğim sebze ve meyveler de o hafta evimizde neler pişeceğini gösterir :)


Bakalım bu hafta pazarda neler vardı:

1. Beyaz lahana
2. Karnabahar (küçük boy)
3. Brokoli (küçük boy)
4. Havuç
5. Portakal
6. Elma
7. Armut (Deveci armudu çıkmış. Yarısını kızım, yarısını da babası yiyor.)
8. Mandalina (Evdeki C vitamini canavarlarına 1 kg yetmiyor, 2 kg alıyorum)
9. Kıvırcık Salata
10. Karanfil ve çubuk tarçın

Demek ki evimizde bu hafta ne pişecekmiş?! :)

Bu hafta hala hastayım. Ama bu haftayı da az sebze ile geçiremeyeceğim.O nedenle evdeki Rus kökenli yardımcımın en güzel yaptığı sebzeleri aldım bu hafta :)

1. Çorbalar: Tarhana çorbası (En kolay pişen çorbadır sanırım. Otomatik karıştırıcı aldım bir de kendime, atıyorum tencerenin içine, çorba pişene kadar karıştırıyor. Böylece ıslatma derdinden de kurtuldum. Off, tembellik başa bela :) Brokoli Çorbası
2. Havuçlu, kıymalı kapuska
3. Makarna (Kızımın yemek yemek istemediği akşamlarımızın kurtarıcısı)
4. Kızıma özel karnabahar veya brokoli ile pişmiş, içine mercimek, bulgur ve kıyma eklenmiş yemek.
5. Bol bol havuç ve turp salatası (Farenjit olduğum için asitli yiyecekler yasak. Bu nedenle salataya limon ve sirke türevleri eklenmeyecek.)
6. Bol bol sıcak çay içilecek: Geçen hafta aldığımız adaçayına devam.
7. Karanfil emilecek: Hem boğazı uyuşturup ağrıyı azaltıyor hem de mikrop öldürücü etkisi var.
8. Komposto: Kuru üzüm ile pişirilecek, içine çubuk tarçın, karanfil ve ceviz atılan taze meyve kompostoları
9. Bol bol kuru yemiş yenecek (Kavrulmuş olmayacak. İştahımız olmadığı için az yiyorsak, vücudumuz için gereken kaloriyi kuru yemişlerden alabiliriz.)


Bu hafta da tatlı yok. Şekerin bağışıklık sistemini güçsüzleştirdiği artık tıbben ispatlandı. (Ekmek aldığımız fırınımız acıbadem kurabiyesi de yapmaya başladı. Bu madde yalan oldu :)

Hava soğuk olduğundan, balık ve et keyfini artık evimize yaparız haftasonu :)
Herkese mutlu bir hafta diliyorum...

19 Aralık 2011 Pazartesi

Cold-Mix Nedir? (Baby-x Cold)

Cold-Mix konusunda arama yapan pek çok kişi benim siteme gelmiş. Madem buyurup geliyorlar, bari ben de hakkıyla bir yazı yazayım :)

Cold-Mix, üst solunum yolu enfeksiyonları, grip ve soğukalgınlığı semptomatik tedavisinde kullanılan, bizim küçükken kullandığımız Vicks türevi bir damla.

Türk malı olduğunu tahmin ediyorum, çünkü kutusunda üretim yeri olarak Ankara görünüyor. 
Ayrıca yine kutusundaki bilgilere göre tamamen bitkisel, sadece okaliptus ve ladin yağları içeriyor. Okaliptüs yağından kasıt sineol, yani (cineole) okaliptus ağacının yapraklarından elde edilen yağın içinde bulunan bir madde. Benzer diğer ilaçlardan farklı olarak ise mentol, reçine ve alkol içermiyor. Dolayısıyla toksik (yani zehirleyici) bir etki göstermiyor.

Elbette bir ilacın bitkisel olması zararsız olacağı anlamına gelmiyor. Mesela bir uyuşturucu olan afyon da bir bitki olan haşhaştan elde ediliyor. Bu nedenle ilacı kullanırken kullanma talimatlarına uymanın çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Talimatlara göre kullanımı şu şekilde: En az 3 saat aralıklarla giysinin burna yakın bir kısmına (yaka, omuz) ya da yastığa damlatmak suretiyle yani kesinlikle tene temas ettirmeden kumaşa damlatarak solunması gerekiyor (Hiçbir kumaşta iz bırakmıyor, uçucu bir yağ olduğundan, uçup gidiyor.). Ayrıca hasta birinin bulunduğu kapalı ortamlarda yine bir kumaşa damlatmak suretiyle mikroplara karşı koruyuculuk sağlayabiliyor. Eğer doz aşımı olursa, damlatılan kumaşın ortamdan uzaklaştırılması yeterliymiş. Boğmaca ya da bronşiyal astım atakları sırasında ise kesinlikle kulanılmamalıymış.

Peki bu damlayı damlattığımızda hastalığımıza etkisi ne oluyor?

En önemli etkisi burnu açması. Solunum yolu hastalıklarının (grip, nezle, bronşit gibi) en önemli belirtisi burun tıkanıklığıdır. Burun tıkanıklığı kulak ağrısı yapabilir, günlük hayatı etkiler. Geceleri ise uykuya dalmayı güçleştirir. Vücut uykuda yenilendiğinden, uykusuz kalmak hastalık sürecini uzatır.  Bu nedenle bence cold-mix'in en önemli başarısı burun tıkanıklığını açabilmesidir.

Diğer etkisi ise kapalı alanlarda ve toplu ortamlarda hastalığın bulaşmasını engellemeye yardımcı olur. Engeller diyemiyoruz tabii ama elinden geleni yapar :) Ben özellikle kışın AVM gibi kapalı ortamlara çocuğunuzla girdiğinizde yakasına bir damla damlatmanızı şiddetle tavsiye ederim. Kendiniz için de işyerinizde, araba içinde, misafir kabul ettiğinizde kullanabilirsiniz. Farklı bir kokusu olduğundan tepki de alabilirsiniz ama belki "oda kokusu" filan diye kandırabilirsiniz insanları :)

Ayrıca solunum yolu hastalıklarının süresini ve şiddetini de azalttığını söylüyor prospektüsünde ama bundan pek emin değilim. Ne de olsa grip ilaç kullanınca 1 haftada, kullanmazsan 7 günde geçen bir hastalıktır. 

Hastalık süresini ve şiddetini azaltmasa bile burnumu açması benim bu ilacı kullanmam için yeterli sebep.

Şie açıldıktan sonra buzdolabında saklanması önerilir deniyor ama ben ilk yardım çantamda mutlaka bir şişe bulunduruyorum, kapalı ortamlara girdiğimizde kullanmak üzere. Zaten 22 derecenin altında ve ışık almayan yerde saklayınız diyor. Bu ilacı kışın kullandığım için zaten 22 derecenin üstünde bir ısıya maruz kalmıyordur diye düşünüyorum.

Bu ilaç kış aylarında ailemizin vazgeçilmezi. Henüz herhangi bir yan etkisini görmüş değilim. Benim kokulara karşı aşırı hassas eşim ve kızım da ilacı severek kullanıyorlar.

Yazıyı yazarken arama yaptığımda gördüm ki bir de bebekler için olan türevini çıkarmışlar:



Yalnız içindekileri incelediğimde şişesinin daha büyük olmasından başka farklı bir özellik göremedim.

 Özetle, ben kullandım, tavsiye ediyorum :)

NOT: İlacı arayıp bulmayanlar oluyormuş. Benim aklıma şöyle bir yöntem geldi: Kutusunun üzerinde İstanbul'daki firmanın telefon numarası var. Belki ilgili eczane arayıp da istetirse gönderebilirler. Buraya firmanın ismini ve telefon numarasını yazıyorum:

Ena Farma Sağlık Ürünleri Ltd.
Tel: (0216) 399 54 25

17 Aralık 2011 Cumartesi

Aralık'ın 3. Haftası Pazarda Neler Var? Bu Hafta Hangi Yemekler Pişirilebilir?




Sebze ve meyve alışverişimi yıllardır pazardan yaparım. Perşembeleri semt pazarımız var. Cumartesi günü de organik pazara giderim vakit buldukça. Havalar soğuduğunda ise eve sipariş veririm. Pazardan aldığım/Eve sipariş ettiğim sebze ve meyveler de o hafta evimizde neler pişeceğini gösterir :)


Bakalım bu hafta pazarda neler vardı:

1. Ispanak (1-2 hafta yemeyince özlüyoruz)
2. Patates (Patates, soğan ve turp gibi yer altında yetişen kök bitkileri mutlaka ama mutlaka organik almanızı tavsiye ediyorum. Bu tür bitkiler toprağın tüm yararlı minerallerini aldıkları gibi toprağı zehirleyen her türlü maddeyi de emiyorlar.)
3. Soğan
4. Havuç
5. Turp
6. Elma
7. Armut (Deveci armudu çıkmış. Yarısını kızım, yarısını da babası yiyor.)
8. Mandalina (Evdeki C vitamini canavarlarına 1 kg yetmiyor, 2 kg alıyorum)
9. Trabzon Hurması (Hastasıyımmmm!)
10. Kurutulmuş Adaçayı

Demek ki evimizde bu hafta ne pişecekmiş?! :)

Bu hafta hastayım. O nedenle yeşillik almadım, zira salata yapacak mecalim yok. Aynı nedenle fazla sebze de almadım, kuru bakliyatlarla özlem gidereceğiz. Sanılanın aksine hastayken alınan C vitamininin, hastalığı sonlandırıcı bir etkisi olmuyormuş. C vitamini, ancak hasta olunmadan alındığında bağışıklı sistemini güçlendirerek hasta olmayı önlüyormuş. Hasta olduğumuzda çoğumuz fark etmişizdir: Canımız yemek yemek istemez. Bunun nedeni vücudun sadece hastalık unsurlarını (virüsleri, bakterileri) yok etmeye odaklanması ve hazım gibi ciddi efor sarf ettiren bir işlemi gerçekleştirmek istememesidir. Ayrıca ateşi olan hastanın yemek yemesi, ateşini daha da arttırır. Doğada hiçbir hayvan, hastayken yemek yemez. Tüm bu nedenlerle hasta kişinin (çocuk veya yetişkin) kolay sindirilecek ve hastalık sebebiyle vücutta ortaya çıkabilecek su kaybını önleyecek sulu gıdalarla beslenmesi uygundur. Nedeni tıbbi olarak açıklanamamakla birlikte, tavuk suyuna çorbanın özellikle grip gibi hastalıkları iyileştirici etkisi olduğu bilinmektedir. Ayrıca bende her mevsim meyve ve sebzesinin, o mevsimde ortaya çıkan hastalığı iyileştirecek özelliğe sahip olduğu gibi bir hissiyat mevcut :) Bu nedenle özellikle pancar, kereviz, pırasa, lahana, yer elması gibi sebzeleri (geçen haftadan azar azar kalmıştı) yaptığım çorbaların içine az da olsa atıyorum. Bu kadar ön bilgiden sonra bu haftaki menümüz:


1. Çorbalar: Parça tavuk etli tavuk suyu çorbası, Borç Çorbası, Mercimek Çorbası (Soğan, sarımsak, havuç ve patates atarım içine zaten ve ayrıca diğer sebzeleri de azar azar koyabiliyorum, karıştırıcı (blender) ile karıştırdığımda fark edilmiyor bile), bilumum sebze ile yapılan sebze çorbaları
2. Bol havuçlu ıspanak
3. Makarna, pilav, kuskus (Kızım da hasta. Yemek yemesi için zorlamıyorum. Enerji ihtiyacını karbonhidrattan alabilir.)
4. Barbunya Pilaki (Zeytinyağlımız olmadan menü tamamlanmıyor.)
5. Etli nohut (Eşim hastasıdır.)
6. Bol bol havuç ve turp salatası (Farenjit olduğum için asitli yiyecekler yasak. Bu nedenle salataya limon ve sirke türevleri eklenmeyecek.)
7. Bol bol sarımsak ve soğan yenecek
8. Komposto: Kuru üzüm ile pişirilecek, içine çubuk tarçın, karanfil ve ceviz atılan taze meyve kompostoları
9. Bol bol kuru yemiş yenecek (Kavrulmuş olmayacak. İştahımız olmadığı için az yiyorsak, vücudumuz için gereken kaloriyi kuru yemişlerden alabiliriz.)


Bu hafta da tatlı yok. Şekerin bağışıklık sistemini güçsüzleştirdiği artık tıbben ispatlandı.

Hafta sonu da açık havada dolaşılacak, tanıdıklarla görüşülmeyecek ki hastalığımızı başkalarına satmayalım. Dolayısıyla balık ve et hakkımı hafta sonu eşimin keyfine bağlamış bulunmaktayım :)

15 Aralık 2011 Perşembe

Organik Besin Yemeli Miyiz?


Ece Temelkuran'ın çok beğendiğim bir yazısı var. Kişisel internet sayfası açılmıyor ve yazının yayınlandığı gazete de hata veriyor. Ben de yazıyı kaybetmemek adına kendi sayfama koymaya karar verdim. Facebook sayfasından alıntılayarak buraya kopyalıyorum:

Organik Nazmi ve Ciddiyet

ORTADOĞU ülkelerinde ve Türkiye'de ölüm gündelik bir mesele ve insan hayatı en ucuz tüketim maddesi olduğu için bu ülkelerde insanların yapay tatlandırıcıların tehlikesi ya da hormonlu domatesin dehşeti üzerine uzun süre düşünmesini, bunu bir Finlandiyalı kadar yürekten ciddiye almasını bekleyemezsiniz. Komik olur yani.

Fıkralarında bile insanların katledildiği bir coğrafyada kanın şu anda akmadığı, kimsenin kafasının, bacağının, kolunun kopmadığı bir ölümü tasavvur etmek, bundan korkmak, sizi sadece muhallebi çocuğu durumuna düşürmez, aynı zamanda alay konusu yapar. Nitekim Erzurum'da yaşayan Nazmi Bey'in adının "Organik Nazmi"ye çıkması da muhtemelen böyle bir sürecin sonucu. Oysa Nazmi Bey benim kahramanım.

Nazmi Bey bugün Türkiye'de en ciddi politikayı yapan, en esaslı ve en delikanlı siyaseti yürüten az sayıda insandan biri. Bu yazıyı sadece ona değil, kanın bütün gözleri kör ettiği için sadece kan rengi şeyleri görebilen gözlerin olduğu bu ülkede yeryüzüne dair, toprak kadar somut bir derdin peşine düşen herkese destek vermek için yazıyorum.

ALTIN TOHUM
Organik Nazmi, Erzurum'da yaşıyor. Öğretmenlikten sonra organik işine girmiş ve şimdi Nazmi Ilıcalı Organik Gıda Üreticileri Federasyonu Genel Başkanı. Federasyon bir açıklama yaptı önceki gün. Yerli tohum getirecek her üreticiye bir Cumhuriyet altını verecek. Helal olsun!

Biliyor musunuz bilmiyorum, Türkiye'de yerli tohumu bitirmeye yönelik büyük çaplı bir operasyon yapıldı ve şimdi yerli tohum alım satımı yasak. Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer, bu yasanın kenarından geçip müthiş bir iş yapmıştı, devam da ediyor. Tohum değiş tokuş pazarı kurdu. Köylüler yıllardır sakladıkları tohumları sandıklardan çıkardılar ve şimdi soyu tükenmiş sebzeler ve meyveler yeniden üretilmeye başlandı. Nazmi Bey de şimdi benzer bir şey başlatıyor. Peki altın meselesi alım-satım yasağının kapsamına girer mi? Hmmm... Girerse ne yapacağız?

İTAATSİZ TOHUM
Birkaç gün önce Futuristika Dergisi'nden Pınar İlkiz Hanımefendi geldi ve sivil itaatsizlik üzerine minik bir söyleşi yaptı benimle. (Dergiye internetten bakın, bence süper. futuristika.org) Türkiye'de sivil itaatsizlik eylemi olarak bundan sonra neler yapılabilir diye düşünürken saydığım birkaç şey içinde bunu söylemeyi unuttuğumu şimdi fark ediyorum. Elbette ya! Yerli tohum alım satımı, çoğaltılması! Bunu sivil itaatsizlik eylemi olarak da tasarlamak gerek. Organik Nazmi Bey'e sesleniyorum:
 Nazmi Bey, eğer bu altın meselesinden başınız sıkışır da olay eylem yapmaya kadar giderse ben buradayım. Her türlü yani. Elimizden gelen ne varsa...

Dün Radikal Gazetesi'nde Koray Çalışkan bir yazı yazdı. Bizi GDO'lu ürüne karşı koruyacak olan Biyogüvenlik Kurumu'nun bilakis GDO'lu ürünlere onay verme noterine dönüştüğünü söylüyor. Bu hafta 10 yeni GDO'lu mısır çeşidine daha izin verilecek. Çokuluslu şirketler böylece bağırsaklarımıza kadar girecek. Çünkü GDO'lu ürünlerin bağırsaklarda bile sindirile-mediği, hücrelerimize nüfuz ettiği Bi-yogüvenlik Kurumu'nun kendi raporlarında bile(!) yazıyor. Kapitalizm böyle Allahsız kitapsız, insanın bağırsağına bile sızabilen bir şey.

ELDEN NE GELİRSE
Anadolulular bugünlerde toprağı, doğayı ve kendileri gibi yaşama hakkını savunmak için HES'lere karşı mücadele veriyorlar. Yakında bu mücadele GDO'ya karşı ve yerli tohum için de büyüyecek. Sanırım kapitalizme karşı dünyadaki en hakikatli, en bilekli direniş buradan gelecek. Sisteme karşı yeryüzünü savunanlar bir araya gelecek. Daha enternasyonal bir muhalefet düşünebiliyor musunuz! Bu enternasyonal direnişin Anadolu ayağı için, ben buradayım. Her türlü yani. Elimizden ne gelirse...

Ece Temelkuran

9 Aralık 2011 Cuma

Aralık'ın 2. Haftası Pazarda Neler Var? Bu Hafta Hangi Yemekler Pişirilebilir?



Sebze ve meyve alışverişimi yıllardır pazardan yaparım. Perşembeleri semt pazarımız var. Cumartesi günü de organik pazara giderim vakit buldukça. Havalar soğuduğunda ise eve sipariş veririm. Pazardan aldığım/Eve sipariş ettiğim sebze ve meyveler de o hafta evimizde neler pişeceğini gösterir :)  

Bakalım bu hafta pazarda neler vardı:
  1. Karnabahar
  2. Lahana
  3. Kırmızı Pancar
  4. Kıyma ve Kuşbaşı et
  5. Kuskus
  6. Sarımsak
  7. Elma
  8. Armut (Deveci armudu çıkmış. Yarısını kızım, yarısını da babası yiyor.)
  9. Portakal
  10. Mandalina (Sokağa çıkarken yanıma alıyorum, parkta yemesi rahat oluyor.)
  11. Muz (Organik Anamur muzu var, küçük boy yerli muz)
  12. Marul
  13. Turp
  14. Havuç
  15. Maydonoz

Demek ki evimizde bu hafta ne pişecekmiş?! :)

  1. Borç Çorbası (kırmızı pancar, lahana, havuç ve kuşbaşı et ile yapılır ve kurufasulye yemeği gibi piştikçe lezzeti artar)
  2. Kıymalı karnabahar
  3. Havuçlu Kapuska (Çocuklar havuçlarını ayırıyorsa, rendeleyerek yapmayı deneyebilirsiniz)
  4. Sebzeli kuskus
  5. Pancar Turşusu (bol sarımsaklı olur ve tercihen anneye yaptırılır :) esasen yapımı çok kolaydır, kızım da bayılarak yiyor, pancarın tadı çocukların hoşuna gidiyor) (aslında pancarın suyunu sıkıp içenler de varmış ama meyve sebze suyu içmek adetim değildir, belki salataya rendelemeyi deneyebilirim)
  6. Yeşil salataya artık renk olsun diye sadece havuç ve yurp koyuyorum. Domatesler iyice çığrından çıktı :)
  7. Bu hafta tatlı yok. Geçen hafta 2 defa kakaolu kek pişti, olay çığrından çıktı :)
Balık ve et hakkımızı akrabalar ve arkadaşlarla yenecek yemeklere yani hafta sonuna saklıyoruz :)

3 Aralık 2011 Cumartesi

Eve Organik Sipariş Nasıl ve Nereden Verilir?


Son 5-6 senedir organik beslenmeye dikkat ediyorum. Mümkünse organik satış yapan pazarları tercih ediyorum. 

Organik beslenmenin pahalı olduğu düşünülüyor. Ancak ben bu kanaatte değilim. Organik olmayan sebze-meyveyi marketten almakla, organik sebzeyi pazardan almak arasında fiyat farkı hemen hemen hiç yok. Organik pazar ile normal pazar arasında elbette fiyat farkı oluyor. Ama bunu da daha az hastalanıp, daha az doktor ve ilaç masrafı yaparak karşıladığımı düşünüyorum. Çocukluğumdan beri sürekli yorgan döşek hasta düşen ben, son üç senedir hiç hastalanmadım. Eşim çok az hastalanır ve hepsini ayakta geçirir. Kızıma ise henüz hiç ilaç vermedim. 1 yaşından sonra ise sadece 2 defa, kontrol için doktora götürdüm. Organik beslenmenin bu işte parmağı olduğunu sanıyorum.

İstanbul'da haftanın çeşitli günleri, çok sayıda organik pazar kuruluyor:

Salı: Beylikdüzü (Pazar Yeri'nde)
Çarşamba : Kadıköy (Özgürlük Parkı, Selamiçeşme, Göztepe, Bağdat Caddesi yanı)
Cuma: Bakırköy (Airport Alışveriş Merkezi’nin otoparkında saat 11.00-21.00 arası açık), Silivri (Organik Tarım Pazarı, New Center Alışveriş Merkezi yanında, PTT karşısında)
Cumartesi : Şişli-Feriköy (Bomonti Caddesi, Lala Şahin Sokak, eski Tekel bira fabrikasının alt sokağı), Zeytinburnu (Topkapı Merkezefendi Camii yanı), Beylikdüzü
Pazar: Kartal (Tren istasyonu yanındaki eski Eczacıbaşı İlköğretim Okulunun bulunduğu alanda), Maltepe (Altayçeşme Belediye Hizmet Alanı’nda, Altayçeşme Mah. Kışlalı Cad. No: 18), Kasımpaşa (Dolapdere - Perpa Kavşağı arkası,İngiliz Konsolosluğu'nun önünden geçen alt geçitten direkt olarak gidilebiliyor.), Fatih (Fatih İtfaiye ve Bozdoğan Kemeri arkası)

Bu pazarlarla ilgili ayrıntılı bilgileri http://www.ekolojikureticiler.org/ ve http://bugday.org/ adreslerinden alabilirsiniz.

Kızımla birlikte pazara gitmeyi ve meyve sebzeleri ellemeyi çok seviyoruz. Hem adlarını ve renklerini öğreniyor, hem dokularını hissediyor, hem de tatlarına bakıyor. Pazarların harika birer eğitim alanı olduğuna inanıyorum. 

Ama kışın havalar soğuyunca farklı eğlenceleri tercih eder oluyoruz. Bu durumda da organik beslenebilmek için tek tercihimiz eve sipariş vermek oluyor. Eve verilen siparişler elbette daha pahalı oluyor. Bir ortalama vermem gerekirse: Et, bakliyat ve temizlik malzemeleri dahil olmak üzere organik alışverişimiz aylık 800 TL civarında oluyor. Evde 3 yetişkin ve 1 çocuk var. Ayrıca haftanın 1 günü de misafir kabul ediyoruz.

Organik sipariş etmek tamamen güvene dayalı bir ilişki gerektiriyor. Çünkü pazarda alışveriş yaptığınız standın üzerindeki sertifikaları inceleyebiliyorsunuz. Eve sipariş ettiğinizde ise kapınıza gelen kişiye güvenmeniz gerekiyor. Şimdiye kadar sadece 2 farklı yerden sipariş verdim:

1. http://www.organikye.net/ : Eğer hangi meyve sebzenin mevsimi olduğunu takip etmek ve o hafta ne pişireceğinize kafa yormak istemiyorsanız, size uygun olan sistem budur. Sitenin e-posta listesine üye olduğunuzda her hafta çarşamba günü size bir hasat listesi gönderiyorlar. O hafta gelecek olan kolinin içerisinde standart olarak bulunacak 4 tane ürünü yazıyorlar. Siz yemeklikler ve meyveler grubundan 4 çeşit, salatalık grubundan 3 çeşit seçim yapıyorsunuz. Bu şekilde oluşturduğunuz kolinin fiyatı 50 TL oluyor. Ayrıca koli dışında sebze, meyve, hayvansal ürün (et hariç) ve bakliyat istiyorsanız onları de belirliyorsunuz ve ücreti ekstra olarak koli ücretine ekleniyor. Ümit Bey'in adresine Cuma akşamına kadar cevap veriyorsunuz ("reply" yapıyorsunuz). Ücreti banka hesabına EFT ile gönderiyorsunuz. Koliler cumartesi günleri teslim ediliyor ve kargo ücreti alınmıyor. Ümit Bey kolimizi bizzat kapımıza kadar getiriyordu. En ufak bir şikayetimizi dikkate alıyordu. Ayrıca Feriköy'e gittiğimiz günlerde de Ümit Bey'in standını ziyaret ediyorduk. Bu sistemin benim açımdan dezavantajı et siparişi verememek, e-postama bakmaya zaman ayıramadığım dönemlerin olması ve bilgisayar bankacılığı ile uğraşmak istememem.

2. http://www.manavim.com/: Aklınıza gelebilecek her çeşit organik ürün mevcut. Eti ve tavuğu da buradan sipariş ediyorum. Gökçe Ada'dan geliyor organik etler. Süt ve süt ürünleri de Ada marka. Sitede telefon numaraları var. Herkese aynı kişi mi cevap veriyor bilemiyorum ama ben Yasemin Hanım ile görüşüyorum. Kendisi inanılmaz kibar ve ilgili biri. Hangi ürünleri sıklıkla sipariş ettiğimi biliyor ve ürünler geldiğinde beni uyarıyor. Beni telefonda sipariş verirken gören hemen herkes "Nereden sipariş veriyorsun?" diye soruyor. Hele çalışan insanlar için inanılmaz büyük bir rahatlık. Bazen sipariş vermeyi unuttuğumda kendileri arıyorlar. Cuma akşam saatine kadar sipariş verebiliyorsunuz. Ürünler cumartesi günü kapınıza geliyor, kargo ücreti talep edilmiyor. Ödemeyi kredi kartı ile yapabiliyorsunuz. Eğer sizi evde bulamazlarsa kapıcınıza ya da komşunuza bırakmalarını isteyebiliyorsunuz. Bu durumda ödemeyi ya EFT yapıyorsunuz ya da bir dahaki hafta ödüyorsunuz. Haziran ayında ödemeyi unuttuğum geçen sezonun son alışveriş tutarını Aralık ayında aldılar mesela. O kadar nazik insanlar ki hatırlatmadılar bile. Bu sistemin dezavantajı ise nispeten pahalı olması ve telefonda sipariş verirken fiyatları göremediğimden zaman zaman ipin ucunu kaçırmam :)

Eğer organik gıdalarım tükendiyse semtimdeki halk pazarına gitmeye çalışıyorum. Pazara da gidemezsem tadını ve kokusunu beğendiğim mevsimlik meyve ve sebzelerden alıyorum. Organik yoğurt, yumurta ve peynir artık Migros'ta da bulunuyor. Migros'a bazen organik havuç ve soğan da geliyor. Organik etimiz bittiyse kuzu eti alıyorum. İneklere,  şişmanlayıp yağlanmaları ve bol süt verebilmeleri için antibiyotik de dahil olmak üzere çeşitli ilaçlar ve hormonlar veriyorlarmış. Kuzulara ise bu zulmü yapamıyorlarmış. Bu nedenle kuzu etini tercih ediyoruz. Peynir olarak da aynı nedenlerle keçi peyniri alıyorum. Yoğurt olarak da semtimizdeki yoğurtçudan manda yoğurdu tercih ediyorum.

Bu yaz annem marketten domates almış. Resmen balık kokuyordu. Ağız tadınız organik ürünlere alıştığında, bir daha normal meyve sebze yiyemeyeceğinizi garanti ediyorum :)

Güncelleme: Yeni edindiğim bir grup bilgisini giriyorum:
Ankara'dan Doğal Bilinçli Beslenme isimli bir grup. ODTÜ'den ve çeşitli üniversitelerden öğretim görevlileri de varmış aralarında. Kendileri için üretim yaptırıyorlarmış. Gruba üye olunca onların üretip dağıttıkları süt, et, ev yapımı sucuk gibi ürünleri satın alabiliyormuşsunuz. Sütü Tahtacıörencik Köyü'nden haftalık olarak getirtiyorlarmış. Doğal tarım yaptırdıkları çiftlikler de varmış. Grup takipçilerinin söylediklerine göre yedikleri ve aldıkları konusunda gayet bilgililermiş. Çiftçiye teknik destek de veriyorlarmış. Kardeş bitkiler grubu da onların bir uzantısıymış: kardesbitkiler.blogspot.com

2 Aralık 2011 Cuma

Aralık'ın 1. Haftası Pazarda Neler Var? Bu Hafta Hangi Yemekler Pişirilebilir?



Sebze ve meyve alışverişimi yıllardır pazardan yaparım. Perşembeleri semt pazarımız var. Cumartesi günü de organik pazara giderim vakit buldukça. Havalar soğuduğunda ise eve sipariş veririm. Pazardan aldığım/Eve sipariş ettiğim sebze ve meyveler de o hafta evimizde neler pişeceğini gösterir :)  

Bakalım bu hafta pazarda neler vardı:
  1. Ispanak
  2. Pırasa
  3. Brokoli
  4. Organik Tavuk
  5. Domates (Migros'taki domatesler çok lezzetli. Organik değil ama sırf lezzetinden dolayı alıyorum.)
  6. Elma
  7. Armut (Deveci armudu çıkmış. Yarısını kızım, yarısını da babası yiyor.)
  8. Portakal
  9. Mandalina (Sokağa çıkarken yanıma alıyorum, parkta yemesi rahat oluyor.)
  10. Muz (Organik Anamur muzu var, küçük boy yerli muz)
  11. Nar 
  12. Marul
  13. Tere
  14. Maydonoz

Demek ki evimizde bu hafta ne pişecekmiş?! :)

  1. Havuçlu ıspanak yemeği
  2. Zeytinyağlı pırasa
  3. Buharda Brokoli
  4. Patatesli, havuçlu tavuk haşlama
  5. Tavuk suyuna, tavuk parçalı şehriye çorbası (erişteli ve/veya terbiyeli de olabilir)
  6. Tavuklu pilav (Kızım deli gibi seviyor. Saray Muhallebicisi'nde yemeye de bayılıyor :) )
  7. Bol yeşil salata, renk olsun diye de bol havuç ve az domates
  8. Hafta sonu kurabiye veya kek pişirilebilir. Epey zamandır yemedik.
Balık ve et hakkımızı akrabalar ve arkadaşlarla yenecek yemeklere yani hafta sonuna saklıyoruz :)

30 Kasım 2011 Çarşamba

Meme ucundan et kopması durumunda ne yapılabilir?

Resim çok şeker değil mi? Bir de bunu emzirirken acı çeken anneye sorun :)
Başıma geldiğinde nette araştırma yaptım ve bu konuyla ilgili hiçbir yazı yazılmadığını gördüm. Benden 1 ay önce doğum yapan bir arkadaşımın daha başına gelmemiş olsaydı, kendimi bu dünyada meme ucundan et parçası kopan tek kadın zannedebilirdim. Oysa bugün araştırdığımda görüyorum ki pek çok annenin başına gelmiş: Meme ucu kopması

Öncelikle ön bilgi vermek isterim: Annem beni 11 ay emzirmiş. Ben de bebeğimi emzirmekten başka bir yöntem asla düşünmedim. Süt oranımı asla kafaya takmadım, "Yeterli kilo alımı yok, mama vermeniz lazım." diyen hastane doktorunu dinlemedim ve kızımı 6 ay sadece anne sütü ile besledim. Kızım 36 aylık ve hala günde 1 ila 3 sefer emiyor.

Doğumdan önce meme ucumda ciddi rahatsızlık hissediyordum. Banyodan çıkınca bornoz bile giyemiyordum. Giydiğim elbiseler bile acı veriyordu. Bu durumda, bebeğin yukarıdaki resimde görülen vantuz hareketini yapmasının nasıl bir acı vereceğini düşünmeye davet ediyorum sizleri :)

Doğumdan önce nemlendiricilerle masaj yapmayı tavsiye edenler vardı. Ama kadın doğum uzmanları (ki doğumdan sonra emziren kadının göğüs ucu yaraları ile ilgili hiçbir bilgileri olmadığını fark ettim) hamileyken meme ucunun uyarılmasının, erken doğumu tetikleyeceği yönünde uyarılarda bulunuyorlardı. Ben de sadece vücuduma sürdüğüm yağları üstten sürüp asla masaj yapmayarak 41+1'de sezaryana girmek zorunda kaldım. Hiç değilse 38. haftadan sonra masaj yaparak rahmi uyarmış olmayı çok isterdim.

Doğumdan sonra hemen emzirmeye başladım. İlk başlarda hiç sorun yoktu. Sona göğüs uçlarım acımaya başladı. Ciddi anlamda çatlak ya da kanama olmadı ama deli gibi bir acı hissediyordum. Bebeğin ilk ağzına aldığı anda çığlığı basıyordum, sonra bebeğim emdikçe rahatlıyordum.
Çevremde benimle birlikte doğum yapan 7-8 arkadaşım vardı. Çoğunun 40 gün sonra acıları geçmişti. Benim acılarımın geçmesi ise 3 ay sürdü. Bu arada göğüs ucumdan (tabirimi mazur görün) döner eti gibi bir parça et ayrıldı. Bebek emerken yavaş yavaş bağlantı yeri incelmeye ve et sallanmaya başladı. En sonunda bebek eti yutmasın diye tırnağımın ucuyla sıkıştırıp boğmak suretiyle et parçasını kopardım.

Hani yara olan yerimiz kabuk bağlar ve kabuk düştükten sonra kabarık bir et parçası gibi yara izi kalır ya? İşte, göğüs ucumdaki etin düştüğü yerde de öyle bir yara izi kaldı. Bir göğüs ucumun tepesi dümdüz iken diğeri tepe şeklinde duruyor :) Anlatırken garip geliyor ama başına gelen beni anlıyordur, eminim :)

Bu dönemde ne yapabilirim diye doktorlara (kadın doğum, cerrahi, cildiye) gittim. Hiçbiri bu konuda bilgili değildi, öneride bulunamadı. İnternette araştırma yaptım, yazılı bir Türkçe kaynak bulamadım. O dönemde neler yaptığımı ve hangilerinden fayda gördüğümü yazmak istiyorum:

  • İkinci bebeğime hamile kalır kalmaz, çatlak kremi sürmeye başlayacağım gibi meme ucu kremi de sürmeye başlayacağım. Üstelik masaj yaparak süreceğim. Çünkü doğumdan sonra okuduklarımdan öğrendim ki, hamileyken emziren çok anne var. Hamileyken emzirmek rahmi uyararak doğumu tetiklemiyorsa, kremle meme ucuna nazikçe yapılan bir masaj asla tetikliyor olamaz. Doktorlara bu konuda inanmıyorum artık.
  • Meme ucu kremi olarak doğum çantama Lansinoh atmıştım. Bu kremi sorunsuz kullanan pek çok anne var. Ama ben içinde petrolden ya da yünden elde edilen garip maddelerin olduğu bir kremi henüz iki günlük bebeğimin yutacak olması fikrinden hiç hoşlanmadığımdan bu kremi gönül rahatlıyla kullanamadım (Gerçi sonra ayak kremi olarak çok işe yaradı.). Organik Bella B marka krem almıştım. Zorda kaldıkça onu kullandım, ama pütürlü bir yapısı olduğundan hem sürmekte zorlanıyordum hem de bebeğimin o pütürleri de yutmasını istemiyordum. Gerçi belki ikinci bebeğimde bu kadar pimpirikli davranmam, bilemiyorum.
Şimdi kremin arta kalanını kızım ve kendim için dudak koruyucu olarak kullanıyorum :)
  •  Krem kullanamadığım için sonraları doğal yağlar kullanmaya başladım. Badem yağı, zeytin yağı, susam yağı (tahine de bayılırım), kakao yağı vs yağları masaj yapa yapa sürdüm. Nasıl olsa bebeğe bir zararı olamaz diye düşündüm.
  • Ben de en işe yarayan: Her gün sıcak banyo yapmaktı. Sıcak banyo göğüs uçlarımı gevşetiyordu. Psikolojime de iyi geliyordu. Göğüs ucu sancılarımı ancak böyle dindiriyordum.
  • Banyodan çıktıktan sonra ve kızımın uyuduğu dönemlerde sık sık e vitamini kapsülleri kullandım. Kapsülü bir iğne ile delip doğrudan göğüs ucuma sıkıyor ve masaj yaparak yediriyordum.
  •  
Fotoğrafı aldığım sitedeki maske de meme ucu için denebilir: Avokado ve Susam Yağlı Maske

  • Acımı dindirmek için de önce Bepanten krem kullandım. Yaranın kapanmasını kolaylaştırdı ve mikrop kapmasını engelledi. Sonra Madecassol krem kullandım. Krem değil de jel şeklinde olduğundan sürünce bir ferahlık hissi veriyordu. Yalnız hatırlatmak isterim, bunlar mucize kremler değil. Sadece yaranın kapanmasını hızlandırıyorlar. Ama siz kremi sürdükten sonra tekrar emziriyorsunuz ve yara yeri tekrar açılıyor. Dolayısıyla kremin mucize yaratmasını beklememek lazım. Çok canım yandığı zamanlar Emla marka uyuşturucu krem de kullandım. Ama hormonlarım meme ucu derisinden kana karışıp, oradan da sütüme geçip bebeğime zararlı olur düşüncesine beni sürüklediği için fazla kullanamadım :)
  • Emzirmemek kesinlikle çare değil. Göğüs iyice şişiyor ve meme ucu daha da hassaslaşıyor. Sık sık emzirmek gerekiyor. Ama acı çekerken emzirmek de kolay değil. Ben öncelikle meme ucu koruyucu kullandım. 
  •  Meme ucu koruyucu ile rahat emzirebilenler varmış. Ama ben pek rahat olamadım. Ama yaranın kanadığı ve çok acıdığı dönemlerde işe yaramıştı. Koruyucuyu alırken küçük boy almıştım. Ama sonrasında asla yastıklı sütyen kullanmamış olan ben, küçük koruyucunun gerçekten de çok küçük kaldığını hayretle fark edip büyük boyunu almak zorunda kaldım. Yani hamileyken bir tane alıp çantaya atın diyemiyorum, sonrasında vücudunuzda olan değişimlere siz bile şaşıp kalabiliyorsunuz.
4 değişik tipte meme ucu formuna uygun koruyucu.
  •  
  • Göğüs kalkanı kullandım. En rahat ettiğim ve uzun süre kullandığım ürün buydu. Göğüs ucu içerlek olanlar için, göğüs ucu çıkarıcı olarak da kullanılıyormuş. Düşünün ki acımdan gecelik bile giyemiyor, neredeyse belimin üstü çıplak dolaşıyordum. Bu kalkanları aldıktan sonra her türlü giysiyi rahatlıkla giyip sokağa çıkar oldum. Psikolojim de rahatlamıştı. Ayrıca meme ucuna kendi sütünüzü sürmek de işe yarıyor. Bu kalkanlar ilk zamanlar damlayan sütlerinizi de içinde topluyor. Meme ucu da bir süre sonra sütün içinde kalıyor :) Hatta ben biriken sütleri gün boyu bir başka kaba aktarıp, sağmadan epey süt elde edebiliyordum. Hatta sokaktayken uygun bir yerde sütü biberona boşaltıp kızıma taze anne sütünü biberonda verebiliyordum :) Çok kullandım ben bu ürünü ve ikinci doğumumda hastane çantama atacağım ilk malzemelerden biridir.
  •  Bana doktorum suyun ya da gül suyunun içinde ayva çekirdeğini bekletip, oluşan jeli sürmemi önermişti. Yapmıştım. Aynen Madecassol krem gibi serinletici bir etkisi vardı. Belki yarayı iyileştirici etkisi de vardır. Ama ben emzirdikçe yara açılıyordu. Dolayısıyla bunun da pek fazla etkisini görmedim. Başka organik öneriler getirenler de var: Buz dolabında beklemiş soğuk lahana yaprağını yapıştırmak, lokumu yapıştırmak gibi önerileri olanlar da var. Bunlar meme ucu çatlaklarına belki iyi geliyordur ama etin kopmasından ve dolayısıyla açık yaradan bahsedince, bunlar ancak serinletmeye yardımcı olabiliyorlar.
  • Sonuç olarak gittiğim bir erkek cerrah en mantıklı özeti yaptı: Emzirdiğiniz sürece yaranız geçmeyecek. Yanmış deri gibi beyaz bir kabuk oluşacak ve orası hissizleşecek. Gerçekten de öyle oldu. Emzirmeyi azalttığım 6. ay sonrasında biraz daha rahatladım. Öncesinde de zorlandığım zamanlar 1-2 gün dinlenmeye aldım memeyi, diğer memeyi emzirip sorunlu olanı sadece sağarak idare ettim. Henüz emziriyorum, dolayısıyla hala yanık deri gibi olan yara yeri normal deri haline gelmedi. İleride durumda bir değişme olursa güncelleme yaparım :)

Özetle: Meme ucumdan et koptu. Yara yeri sezeryan kesisi gibi şiş biçimde kaldı, düzelmedi. Hiçbir krem fayda etmedi. Sadece acımı azaltmaya çalışarak emzirmeye devam ettim. 3 ay içinde acı hissi tamamen kayboldu. 39 aydır emziriyorum. Kızım bırakana kadar da emzirmeye niyetliyim. İkinci bebeğimi de emzirmek istiyorum. Yara sizi yıldırmasın. Pekçok kişinin başına geliyor. Ama emzirmenin faydaları karşısında, o kadar acıya razıyım. İkinci bebeğimde de olursa, yine aynı acıları çekerek emzirmeye razıyım.

EK: Emzirirken acı hissetmek normal değildir. Çoğunlukla yanlış emzirmeden kaynaklanır. Emzirirken acı hissetmenin olası nedenleri hakkında İngilizce bir kaynak için bkz. http://www.nbci.ca/index.php?option=com_content&view=article&id=48:sore-nipples&ca%3Cbr%20%3E%3C/a%3E%3Csmall%20class=

26 Kasım 2011 Cumartesi

Kasım'ın 4. Haftası Pazarda Neler Var? Bu Hafta Hangi Yemekler Pişirilebilir?



Sebze ve meyve alışverişimi yıllardır pazardan yaparım. Perşembeleri semt pazarımız var. Cumartesi günü de organik pazara giderim vakit buldukça. Pazardan aldığım sebze ve meyveler de o hafta evimizde neler pişeceğini gösterir :)  

Bakalım bu hafta pazarda neler vardı:
  1. Yer elması (Bayılırım, kışı özleme nedenlerimden biridir :) Ama diğer yer altında yetişen sebzeler gibi, yer elmasını da organik bulmayınca yemiyorum.)
  2. Karalahana
  3. Havuç (Zeytinyağlı yemeklerin tadını şekerli seviyorum. Yemeklere şeker eklemek yerine bol havuçlu yapıyorum. Havucun doğal olarak şekerli bir tadı var.)
  4. Turp (Geçen hafta yediğimiz salatalara doyamadık.)
  5. Domates (Artık sera domatesleri var sadece. Onlar da oldukça yumuşak ve lezzetsiz ama eşim ısrarla istiyor.)
  6. Elma
  7. Armut (Kızıma her gün bir elma ile bir armudu rendeleyip yediriyorum. Rendelemezsem ikisini birden bitiremiyor.)
  8. Portakal
  9. Mandalina (Yeşil mandalinalar bitti artık.)
  10. Avokado (Kızımın kahvaltısını koyulaştırmak için kullanıyorum.)
  11. Muz (Organik Anamur muzu var, küçük boy yerli muz)

Demek ki evimizde bu hafta ne pişecekmiş?! :)

  1. Zeytinyağlı yer elması (Diğer zeytinyağlı yemekler gibi pişiyor. İçine patates, havuç da ekliyorum. İsteyen ıspanağa olduğu gibi yer elmasına da pirinç ekleyebilir. Beyaz yemek sevmeyen de domates salçası ekleyebilir.)
  2. Bulgurlu karalahana yemeği (Pirinçli ıspanak gibi pişiyor.)
  3. Kıymalı yeşil mercimek yemeği
  4. Patatesli, havuçlu, kimyonlu mercimek çorbası
  5. Et suyuna tarhana çorbası
  6. Balık (Havalar soğudu, balıklar yağlandı ve lezzetlendi. Hafta içi de balık yemeye başlayabilirim artık.)
  7. Bulgur pilavı
  8. Havuç ve Turp Salatası (Bir öğün olarak bile yiyebilirim :)
  9. Sütlaç
Tavuk, balık ve et hakkımızı hafta sonuna saklıyoruz :)

24 Kasım 2011 Perşembe

Doğumdan sonra ter kokusu nasıl önlenir?


Cevap: Karbonat.

Evet, bu kadar basit :)

Doğumdan sonra ciddi bir ter kokusu sorunu yaşadım. Değişen hormonlardan mıdır, kimyasal yapıdan mıdır nedir, sebebini bilmiyorum ama beni aşırı derecede rahatsız ediyordu.

Emzirdiğim için kimyasal maddeler de kullanmak istemiyordum.

En sonunda karbonatı keşfettim.

Bir tuzluğa karbonat doldurdum. Banyodan çıkınca parmaklarımın ucuna biraz karbonat döküyorum ve kurulanmadan, ıslak cildime sürüyorum. Cilde tuz sürünce nasıl hafif bir yanma hissi olursa, ona benzer bir his oluşuyor. Sonrasında da bütün gün rahat ediyorum. 

Eğer banyo yapacak vaktim yoksa dilediğim zaman, koltuk altımı ıslatarak karbonat sürüyorum.

Güzel kokmasını istersem karbonatın üzerine uçucu (esansiyel) bir yağ sürüyorum. Lavanta, gül ya da limon olabilir.

İşe gideceksem de karbonatın üstüne pafüm sıkıyorum ya da terlemeyi tamamen kesmek istiyorsam (iş görüşmesi, toplantı vs gibi nedenlerle) antiperspirant krem sürüyorum.
Hatırlatmak isterim : Karbonat terlemeyi kesmiyor, sadece terin kokmasını engelliyor.

Güncelleme: Eğer karbonat sizde işe yaramazsa sulandırılmış sirke ile silmeyi deneyin. Elma sirkesinin kokusu daha hafiftir.
Karbonat bazik, sirke ise asidik maddeler... İnsanların da bazılarının teri asidik,bazılarınınki bazikmiş. Karbonat işe yaramazsa, sirke kesin yarar :)

Güncelleme: Karbonat, ayrıca deodoranttan farklı olarak, kıyafetlerin koltuk altı kısmında meydana gelen sarı lekeleri de oluşturmuyor. Ama koltukaltınızı yıkamadan üstüste karbonat sürerseniz karbonatlı kek gibi kokabilirsiniz, temizlenmeden sürmemenizi tavsiye ederim.

Güncelleme: 4 senedir istisnasız her gün karbonat kullanıyorum. Herhangi bir yan etkisini görmedim. Kızarıklık, kaşıntı ya da beze yapmadı.

Güncelleme: Yeni keşfim de şu oldu; çay ağacı yağı (tea tree oil - hin defnesi yağı) da karbonat kadar etkili. Ayrıca çok sıcak bir bölgede sürekli terleyerek yaşadığım şu günlerde, önce çay ağacı yağı ve üzerine de karbonat sürüyorum. Eğer çay ağacı yağının kokusundan rahatsız olmuyorsanız şiddetle tavsiye ederim.

18 Kasım 2011 Cuma

Kasım'ın 3. Haftası Pazarda Neler Var? Bu Hafta Hangi Yemekler Pişirilebilir?



Sebze ve meyve alışverişimi yıllardır pazardan yaparım. Perşembeleri semt pazarımız var. Cumartesi günü de organik pazara giderim vakit buldukça. Pazardan aldığım sebze ve meyveler de o hafta evimizde neler pişeceğini gösterir :)  

Bakalım bu hafta pazarda neler vardı:
  1. Taze fasulye (Organik pazarda bulunca aldım. Zeytinyağlı taze fasulyeyi çok severim. Mevsimi değil sanırım ama dayanamadım :)
  2. Brokoli (Buharda pişirip üzerine yoğurt ve zeytinyağı döküyoruz. Biz de seviyorum, kızım da yiyor.)
  3. Patates
  4. Soğan (Organik arpacık soğan bulamıyorum.)
  5. Havuç ve Turp (Özellikle yer altında büyüyen kök sebzeleri organik almaya çok dikkat ediyorum.)
  6. Tarla Domatesi (hala bitmemiş, organik pazarda da var)
  7. Salatalık (Organik pazarda da var ama sanırım sera ürünü olabilir. Tadı neredeyse tatlıya kaçan bir tür salatalık keşfettim, ailecek bayıldık.)
  8. Elma
  9. Portakal
  10. Nar (Kızıma 1 yaşından beridir yediriyorum, çok seviyor, tavsiye ederim)
  11. Mandalina (Yeşil mandalinalar bitti artık.)
  12. Avokado (Kızımın kahvaltısını koyulaştırmak için kullanıyorum.)
  13. Muz (Organik Anamur muzu var, küçük boy yerli muz)

Demek ki evimizde bu hafta ne pişecekmiş?! :)

  1. Buharda Brokoli
  2. Zeytinyağlı Taze Fasulye
  3. Patates Kavurması (Soğanı ve salçayı kavurup, haşlanmış patatesi üzerine ekleyip biraz daha kavurduktan sonra suyunu ekleyip pişiriyorum. Patates püresinden daha lezzetli ve daha sağlıklı olduğunu düşünüyorum.)
  4. Kuşbaşı Etli Nohut
  5. Balık (Havalar soğudu, balıklar yağlandı ve lezzetlendi. Hafta içi de balık yemeye başlayabilirim artık.)
  6. Soğanlı, Brokoli Parçalı ve Rende Havuçlu Yıldız Şehriye Pilavı
  7. Havuç ve Turp Salatası (Bir öğün olarak bile yiyebilirim :)
  8. Kakaolu Islak Kek
Tavuk, balık ve et hakkımızı hafta sonuna saklıyoruz :)

16 Kasım 2011 Çarşamba

2 yaşında bebeği nasıl oyalayabilirim? Verimli Zaman Geçirme- Sanat Etkinliği II


Pamuktan bulut yaptık kızımla :) "Biz etkinlik yapmakta zorlanıyoruz" diyen annelere moral olsun diye bütün olumsuz gelişmelerle birlikte paylaşıyorum etkinlik sürecimizi :)

Bir önceki etkinliğimizde (tıktık) kızım fazla rol alamamıştı. Bu sefer tamamen kendisinin yapabileceği bir şeyler denemek istedim.


Önce elişi kağıtları, yapıştırıcı, renkli dekor şekeri ve bir süzgeç alarak işe başladık. Dekor şekerimiz tarçınlı olduğundan beyaz kağıt iş görür diye düşündüm.


Kağıda, bulut şekli oluşturacak biçimde yapıştırıcı yapıştırdım ve süzgeci şekerle doldurup kızımın eline verdim. Şekerler yapıştı ama pek de görünür olmadı. Ümidimi kaybetmedim, bu sefer de mavi elişi kağıdı ile deneme yaptık:



Kızım her seferinde "Ne yapıyoruz acaba?" ifadesiyle bana bakıyor tabii :)


Ortaya böyle ilginç bir sonuç çıktı. Ama beni tatmin etmedi tabii ki... Bu sefer şekerlerin üzerine uhu sıktım. Sonra da kızımın eline bir parça pamuk verdim. Çocuğum şaşkınlıktan açılmış ağzıyla bana bakıyordu bu arada :)


Pamukları küçük parçalar halinde yapıştırmaya başlayınca, bulutumuz da ortaya çıktı. Olayı daha da heyecanlı hale getirmek için "Babaya sürpriz yapalım." dedim ve sanat eserimizi :) televizyonun üzerine yerleştirdik. Baba gelince de "Süprizzzz!" diye bağırdık. Baba da çok sevindi, çok takdir etti kızımı. Böylece ilk etkinliğinden pek bir şey anlayamamış olan kızım, bu sefer kendisiyle pek bir gururlandı :)


Bunu yapmak çok kolay, üstelik ilk olarak pamukla başlanırsa etrafın kirlenme riski de yok; yani yerinde duramayan Poyraz'lar da rahatlıkla yapabilir :)

11 Kasım 2011 Cuma

Kasım'ın İkinci Haftası Pazarda Neler Var? Bu Hafta Hangi Yemekler Pişirilebilir?


Bu hafta pazardan neler aldık bir göz atalım:

Karnabahar
Lahana

Havuç
Kırmızı Pancar

Elma
Nar (kızım bayılıyor)
Mandalina (Artık mandalinalar ekşiliklerini kaybetmeye, kızım da yediği miktarı arttırmaya başladı)
Portakal (Artık portakal da çıktı.)
Muz


Demek ki bu hafta evde neler pişecek:

Kıymalı karnabahar yemeği
Kapuska
Kıymalı yeşil mercimek yemeği

Domatesli/Beyaz Peynirli Makarna
Borç Çorbası ya da pancar turşusu
Kek (Havuçlu ve cevizli)

Et ve balık hakkımızı hafta sonu arkadaşlarla ya da akrabalarımızla yiyeceğimiz akşam yemeklerine saklıyoruz :)


9 Kasım 2011 Çarşamba

İstanbul'da Çocukla Nerelere Gidilebilir? Göztepe 60. Yıl Parkı ve Go Mongo/Bağdat Caddesi


Eşimle Bağdat Caddesi'nde gezmeyi çok severiz. Kızım doğmadan önce sık gider, kitapçılara uğrar, yol üstündeki kafelerde oturur, Cadde'nin havasını koklardık ve hatta ilk hamile olduğumu caddede yürürken tansiyonumun düşmesi ile fark etmiştim. 

Kızımız olduktan sonra ise Cadde'ye bu kadar sık gidemez olduk. Zaman içinde ise kızımın huyunu suyunu öğrenip ona göre hareket etmeye başladık :) Efendim, yanınızda minik bir canavar varsa ve siz de Cadde'de gezmek istiyorsanız öncelikle Göztepe'nin meşhur parklarından birinden başlamanızı öneririm. Minik canavarınızı parka salın ve temiz havanın keyfini çıkarın:

Bazen parklarda gezmeyi doğada olduğu için mi, yoksa tamamen özgür kalabildiği için mi seviyor diye düşünüyorum :)

Göztepe Parkı olarak da bilinen 10.000 metrekarelik Özgürlük Parkı bu semtin en meşhur parkıdır sanırım. Biz ise bu sefer 60. Yıl Parkı'nı tercih ettik. Kızımın caddeye fırlama ihtimali yok, araba gürültüsü yok, bol oksijen ve sessizlik var... Daha ne olsun? :)


Çocuk parkı dururken spor alanında oynamayı tercih eden tek çocuk benim kızım değildir, değil mi? :)


Kızım kumdan kale değil, pasta yapmayı seviyor :)
Kızım bir kayığa ilk defa bir parkta bindi :)

Parkta iki saatten fazla zaman geçiren küçük canavar, temiz havanın da etkisiyle acıkmış olmalı. Bağdat Caddesi yakınlarındaysam ilk tercihim her zaman Go Mongo isimli Moğol restoranı olur. Bir de İstinye Park'ta şubeleri var. Suadiye'deki ise meşhur Plaj Yolu Sokak'taki Suadiye Otel'in hemen karşısındaki Suadiye Park AVM içinde. Alışveriş merkezi dediysem gözünüzde devasa bir yapı canlanmasın, butik ve lüks bir alışveriş merkezi :)  

Go Mongo'yu aslında çocuklu aileler sıklıkla tercih ediyorlar. Bu gidişimizde özellikle saydım içeride 11 aylık ikiz bebekler de dahil çeşitli yaş gruplarından toplam 6 tane çocuk vardı. Dolayısıyla restoranda mama sandalyesi ve çocuk menüsü de bulunuyor. Ama tuvaletlerinde alt değiştirme yeri yok ne yazık ki... Herhalde ortamın lüks havasını bozmak istemiyorlar. Yoksa bu kadar sık çocuğun geldiği bir yerde alt değiştirme ünitesinin olmaması büyük eksiklik. Kızım küçükken sedir şeklindeki koltuklarda ve köşelerde oturup, kimse görmeden değiştirmeye çalışıyordum. Büyüdüğünde ise tuvalette ve ayakta dururken değiştirmiştim. Neyse ki artık bez derdinden kurtulduk.

Kızımın boyuna uygun minik koltuklar vardı ama kızım yine de mama sandalyesini tercih etti.

Go Mongo'nun menüsü burada: Go Mongo Menü. Ama ben menüden seçtiklerimden çok memnun kalmadım. Değişik soslarla pişiriyorlar. Aşina olmak lazım ya da sosların tatlarını hatırlayabilmek için çok sık gitmek lazım. Benim asıl müdavimi olduğum "Tek Ziyaret" başlığı ile menüde yer alan barbekü olayı. Restoranın bir noktasında açık büfe var. Açık büfeden dilediğiniz sebze ve bakliyat türleri ile et türünü tabağınıza dolduruyorsunuz. Sonra sos ve baharat ekliyorsunuz. Ben her seferinde açık büfe yanında bekleyen görevliden soslar ve baharatlar konusunda yardım alıyorum. Barbeküyü tatlı yemeyi sevdiğimden genellikle hafif mayhoş erik sosu ile sarımsak ekletiyorum baharat olarak. Sonra bir tabak çin makarnası (noodle) ile birlikte geniş bir saca atıyorlar malzemeleri ve yağ da ekleyerek pişiriyorlar:

Sactaki malzemeleri karıştırmak için tahta sopalar kullanıyorlar.

Bu sefer tüm malzemeleri kızımla birlikte seçtik. Ortaya çıkan sonuçtan ikimiz de memnun kaldık:


Restoranlardaki çocuk menülerini sevmiyorum. Kızıma patates kızartması yedirmiyorum, çocuk menülerinde mutlaka oluyor. Ayrıca özel olarak gittiğimiz köfteciler dışında, dışarıda köfte yemiyorum ve kızıma da yedirmiyorum (Evime de alacağım kıymayı parça etten kendim çektiririm, hatta çektirmeden önce kıyma makinesini boşalttırırım.). Soslu olduğu için kızıma ağır geleceğini düşünerek kızıma ayrıca sebzeli pilav ısmarladım. Tabağımdaki kuzu etlerini (kızıma dana eti yedirmemeye çalışıyorum) ve kızımın istediği sebzeleri de sebzeli pilava ekleyip kızıma uygun bir tabak yarattım. Karidesleri ise kendim yedim. Hem bozulma riski daha yüksek hem de kolesterolü fazla diye karides yedirmiyorum (Tavuk etini ise özel tavuk restoranları hariç dışarıda yemiyorum.). Kızım tatlı soslu etleri ile sebzelerini yağsız ve diri pişmiş pilavı eşliğinde, keyifle lüpletti. Hatta "Acaba fazla mı yedi?" diye düşünmeye başlamışken, son lokmayı istekle ağzını açtığı halde almaktan vazgeçti :) Yani diyeceğim o ki, bu restoranı çocuklu ailelerin seçmesinin hikmeti işte bu lezzet...

İşte kızımın tabağı:


Önce yorulup sonra da karnı tıka basa doyduğu için mayışan yer cücesi artık Cadde turuna hazırdır. Gerçi bizim arpası fazla kaçan küçük canavar cadde boyu deli dana gibi koşturdu durdu. Paten kayan abilerin olduğu bir grubu ise sanırım yarım saat kadar kıpırdamadan seyretti. Zorlamasaydık daha da seyredecekti. Uykudan önce masalı olarak da "Paten kayan abileri anlat." isteğinde bulundu. Hatta "Kontes'e de paten alır mısın anne?" diye sordu. "Alırım tabii kızım ama paten kaymak zor biraz." deyince de "Hayır, zor değil." buyurdu :)

Kızımla gezip görmeye bayılıyorum. Dünyayı onun gözünden tekrar görmek muhteşem.

6 Kasım 2011 Pazar

İstanbul'da Çocukla Nerelere Gidilebilir? Gülhane Parkı ve Sultanahmet Köftecisi


Gülhane Parkı'na en son ne zaman gittiniz bilmiyorum, ama eğer 2003 yılından beri gitmediyseniz gördükleriniz sizi şaşırtabilir: Sanal Tur

İşte çocuğunuzla Gülhane Parkı'na gitmek için sebepler:

  1. Gülhane Parkı'ndaki yüzlerce yıldır kim bilir kimleri görmüş, nelere şahit olmuş yaşlı  ağaçlara dokunabilirsiniz.
  2. Parkın içindeki çocuk parkında oynayan bebeğinizin yakınından araba geçmediğini ve egzoz yerine oksijen soluduğunu bilmenin rahatlığını yaşayabilirsiniz.
  3. Duvar boyu yapılan çardaklarda oturan, ellerinde güller tutan sevgilileri görür, eski günlerinizi yad edebilirsiniz.
  4. Sarayburnu'na kadar yürüyebilirseniz, çay bahçesinde oturup, çaydanlıkla çay içmenin ve Boğaz'dan geçen gemileri seyretmenin keyfini sürebilirsiniz.
  5. Dünyanın ilk İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi'ni ziyaret edebilirsiniz.
  6. Hemen girişindeki Alay Köşkü'nde yer alan Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müze Kütüphanesi'ne uğrayabilirsiniz. 
"Çocuğum pusette durmuyor." diye bıdı bıdı eden yeni annelere cevabımdır: Kızım 25 aylık :)

    Buradan Sultanahmet'e doğru çıkacaksanız trafiğe kapalı olan ve Topkapı Sarayı ile Ayasofya arasında yer alan Soğuk Çeşme Sokağı'nı kullanabilir ve sokak üzerindeki restore edilip rengarenk boyanmış tarihi evleri seyredebilirsiniz.


    Sultanahmet çevresindeki tarihi yerlerden bahsetmeyeceğim. Tarihi yarım adada UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan pek çok tarihi eser var. Gülhane Parkı'nın girişindeki bir yoldan muhteşem bahçesi ile müze binası olarak tasarlanmış dünyadaki ilk on binadan biri olan Arkeoloji Müzesi'ne ve oradan da Topkapı Sarayı avlusuna çıkabilirsiniz. Tramvay yolunu takip ederseniz sağınızda Yerebatan Sarnıcı, solunuzda ise Ayasofya kalacaktır. Soğuk günler için Yerebatan Sarnıcı iyi bir alternatif olabilir.

    Kızım henüz küçük olduğundan sergilere ve müzelere ancak onu sıkmayacak kadar kısa sürelerle giriyorum. İleride kızımla müzelerde sergilenen eserleri kovalayacağımız hazine avı oyunları oynamanın hayallerini kuruyorum. Ama Sultanahmet Meydanı ve çevresi hem bir açık hava müzesi gibi, hem de çocukların koşturması için mükemmel. Hatta biz oradayken bir de yürüyerek hedef bulma (orienteering) yarışması vardı ve çevremizde genci yaşlısı ile 72 milletten insan koşup duruyordu. Sultanahmet Meydanı her zaman yeni heyecanlara gebedir zaten:


    Eğer karnınız acıktıysa Sultanahmet Köftesi yemeden dönmeyin. Meşhur sultanahmet köftesinin aslı Selim Usta'dır. Onun köftesinin lezzeti bir başkadır ve yıllardır aynıdır. 


    Ancak bitişiğindeki dükkan bile sultanahmet köftesini kendisine mal etmeye çalışmaktadır. Bir de hukuki dedikodu vereyim: Selim Usta, sultanahmet köftesinin isim hakkını almaya gerek görmemiş. Damatlarından biri elini çabuk tutmuş ve sultanahmet köftesi isim hakkını satın almış, daha sonra da françayzing (franchising) yöntemiyle isim hakkını kiralayarak yüklü bir mal varlığı elde etmiş. İşte sağda solda, alışveriş merkezlerinde gördüğünüz Sultanahmet Köftecisi isimli dükkanlar bunlar. Onların köftesi ile Selim Usta'nınki ise mukayese bile kabul etmez. Selim Usta'nın meşhur Sultanahmet Köftesi'nin lezzeti bir başkadır. Ayrıca dükkan her daim tertemizdir, köfteler kapının hemen girişinde herkesin görebileceği bir alanda pişer.


    Meşhur Sultanahmet Köftecisi Selim Usta 1920 yılından bu yana aynı düzeyi korumayı ve pek çok kişinin anılarında özel yer etmeyi başarmış ender Türk müesseselerindendir:



    Yukarıda gördüğünüz çerçeveleniş yazılardan soldaki 1990 yılında Öztürk Serengil tarafından yazılmış: "39 yıldır tadına doyamadığım şu köfteyi dünyanın her yerinde aradım." diyor. Sağdaki ise 1991 yılında Selim Naşit Özcan tarafından yazılmış: "1941-1991 Elli yıl... Yazarken kolay da yaşarken uzun yıllar... Sultan Ahmed'e gelinir de burada köfte yenmez mi.. Eski güze günlerimi yaşamak istediğim zaman mutlaka Selim Usta'ya gelirim.. Ve de galiba en güzel anlarımı burada yaşarım.." demiş. İşte böyle bir tarih yatıyor Selim Usta'nın mermer masalarında...

    Eğer Selim Usta'nın nefis çam fıstıklı tahin helvasını yememişseniz, hemen bitişiğinde Edebiyat Kıraathanesi vardır:


    İsmi sizi yanıltmasın, vitrinine bakmadan gitmeyin. Belli olmaz, belki evinize götürmek isteyebilirsiniz bu güzellerden:


    Selim Usta'dan yukarı doğru yürürseniz Çiğdem Pastanesi vardır. Çok aç değilseniz ama bir parça börek, bir parça kurabiyeye de hayır demem diyorsanız, Çiğdem Pastanesi de yılları devirmiş ve adı efsaneleşmiş bir Sultan Ahmed müesseselerindendir. Vitrini dardır ama içeride minik masaları vardır. İçerideki havayı solumanızı öneririm.

    Buraların hepsinde yedim, değişik bir yere gitmek istiyorum derseniz, tramvayla Sirkeci durağına inip Namlı Rumeli Köftecisi'ne uğrayabilirsiniz. Ben Selim Usta'yı daha çok beğeniyorum ama buranın da müdavimleri var. Tramvay durağından Sultanahmet'e doğru yürürken kimse sorsanız gösterir:


    Eğer tercihinizi Sirkeci'den yana kullandıysanız, tatlınızı da Hafız Mustafa'dan alacaksınız demektir :)

    Eğer hala yorulmadıysanız Sultanahmet'ten çift katlı şehir turu otobüslerine binebilirsiniz. Bu otobüslerin gece turu bile varmış. İşte bir anne iki aylık bebeği ve 3 yaşında oğluyla gece turunda: Pınar'ın Kulübesi.